küçük prensin kuğul(cool) olmak için 612 tavsiyesi

sempatik sinirler

Beni çok güldüren ama bir yandan da içimi yakan bir durumdan söz etmek istiyorum bugün. Eşimin günde ortalama 90 civarı, açıldığından beri de 160.000’e yakın tıklama alan bir blogu var. Övmek gibi olmasın çok güzel bir blogdur :) Edebiyattan sanata, sosyal medyadan doğaya kadar bir çok konuda güzel yazıların olduğu bir blog. Hatta Sezai Karakoç’un hayatı, düşüncesi, poetikası ve eserlerinin tahlilini içeren çok geniş kapsamlı bir yazı var ki bence ciddi bir eser değerinde. Bu kadar övgüden sonra sanırım günde 90 tıklama almasını normal karşılarsınız. Ama size çok acayip bir gerçekten söz edeceğim ki maalesef o onlarca, yüzlerce tıklamayı bu yazılar için değil çok başka yazılar için alıyor.

Yeni aldığım mail adresiyle eşimin bloguna tekrar kaydolunca, “Teşekkürler! artık yeni yazılardan haberdan olacaksın. Ama aşağıdaki şu mükemmel parçaları senin için seçtik, sakın kaçırma!!” mealinde bir mail aldım. Mailde de elbette yine bu son derece fazla tıklama almaya vesile olan mükemmel yazılar…

View original post 910 kelime daha

Kabul edelim ki farklı dünyaların insanlarıyız! [Coğrafya kader midir?]

Birbirimizi ve dünyayı anlamaya  –özellikle bu yüzyılda- daha çok muhtaç olduğumuz apaçık ortada. Kültürler ve toplumlararası işbirliğine, farklılıkları nasıl yöneteceğimize dair ihtiyaç gittikçe dramatikleşiyor. Bu yazının bu ihtiyaca az da olsa kapı aralamasını, hiç olmazsa okuyucularımın dünyasında sorunsal oluşturmasını temenni ederim.

Coğrafya, üzerine ciddiyetle düşünülmeyi hakeden az alandan biri. Kanaatimce en bağımsız değişken Coğrafya’dır. Diğerleri, kültür ve değerler coğrafya etkisinde kalarak bağımlı değişken olarak düşünülebilir.  Maalesef bizim MEB müfredatından kaynaklı çok kısır, kuru bir Coğrafya disiplini algımız var. Coğrafyayı enlem ve paralellerden vb. şeylerden ibaret olarak algılıyoruz. Coğrafyanın insan düşüncesi ve tabiatı üzerine etkisi bizim düşünce mirasımız içinde İbn Haldun’dan beri bilinen bir konudur. İbn Haldun büyük eseri Mukaddime’sinde orta iklim kuşağında yaşayan insanların, ve dahi yiyeceklerin, giyeceklerin, ilimler ve sanatların, hayvanlar ve canlıların itidal ve kemal özelliğine sahip olduğunu, insan için en yaşamaya müsait coğrafyanın orta iklim kuşağı olduğunu söylemiştir. O meşhur sözünü anmak burada yeterli olacaktır sanırım: “Coğrafya Kaderdir!”

Ben bu yazımda daha özel bir coğrafya etkisini konu edinmek istiyorum. Coğrafya düşünce yapımızı, neyi nasıl düşündüğümüzü etkiler mi? Etkiler ise nasıl etkiler? Konunun merkezini oluşturan çalışma Richard Nisbett’in şahane kitabı Düşüncenin Coğrafyasına ait. Psikoloji profesörü olan R.Nisbett Columbia Üniversitesi Sosyal Psikoloji alanından Ph.D. derecesi almış ve doğudan batıya onlarca üniversitede dersler vermiş, dikkat çekici eserler ortaya koymuş saygın bir akademisyen.  Düşüncenin Coğrafyası isimli kitabı başlıca şu sorulara cevap arıyor:

Kadim Çinliler neden Yunanlılar gibi geometride değil de sadece cebir ve aritmetikte başarılı olmuşlardır? Doğu Asyalılar bir nesneyi çevresinden soyutlamakta neden zorlanırlar?

Batılı bebekler isimleri fiillerden daha hızlı öğrenirken, Doğu Asya’da neden tam tersi geçerlidir?

Bu bilişsel farklılıkların uluslararası siyasetin geleceği açısından ne gibi sonuçları olabilir? Bunlar Fukuyama’nın “tarihin sonu” senaryosunu mu, yoksa Hungtington’un “uygarlıklar çatışması’nı mı desteklemektedir?

Bu konuda ayrıntılı bir makale için tıklayın. 

**

R. Nisbett sözkonusu araştırmasını yaparken iki deney yapmıştır. İlkinde, su altında balıkları ve yaşam alanını anime eden 20 saniyelik bir video Japon ve Amerikalılara gösterilir ve ardından ne gördükleri sorulur. Amerikalılar büyük, hızlı haraket eden, renkli nesnelere dikkat çekerken, Japonlar ise nesneleri arkaplanda kalanlardan başlayarak gördüklerini söylemektedirler, örneğin sol alttaki kurbağa, su, kayalar, kabarcıklar, hareketsiz bitkilerle hayvanları da içeren arka plandaki unsurlara Amerikalılara göre %60 daha fazla gönderme yapmışlardır. Japon katılımcıların çoğu ilk cümlesinde ‘bir göle benziyordu’ derken Amerikalılar ilk olarak odaktaki balıkla ilgili bir cümle kurmaya üç kat daha yatkın çıkmışlardır: “Sola doğru yüzen büyük bir balık, belki bir alabalık vardı.”

focal-fish-image

[Yeri gelmişken bilimsel devrimin neden Doğu’dan değil de Batı’dan geldiğini de bu bağlamda düşünmek çok yerinde olacaktır. Bilimsel devrim neden batıda ortaya çıkmıştır? Çin, japonya, Kore modernleşmesiyle Batı modernleşmesi en temel düzeyde neden fakrlılık göstermiştir? Bu soruların da cevaplarını bu düşünce farklılıklarında bulabiliriz zannediyorum.]

ikinci deneyde ise Japonlar ve Amerikalılardan bir kişinin fotoğrafını çekmesini istemişler. Amerikalılar yakından, ve kişinin bütün yüz özelliklerini ortaya çıkarırcasına bir fotoğraf çekmeyi tercih ederken Japonlar ise kişiyi çevresini dahil ederek fotoğraflamışlardır. Hatta fotoğrafı çekilen insan fotoğraf karesinde bir figür olarak görünmektedir. [Selfie / (özçekim) çekme eyleminin de bizi bu anlamda Amerikanlaştırması da ayrı bir yazı konusu.]

Ekran Resmi 2015-01-08 19.07.42

Kuzey Avrupalılar ve Anglo-Saksonlar Amerikalılar gibi düşünürken Doğu Asyalılar da Japonlar gibi düşünmektedir. Batı felsefesi ve dini doktrinleri bir nesneyi çevresinden ayırıp analiz edebilirken doğu felsefesi ve mistik doktrinler birbirinden ve çevresinden ayrı düşünülemez. Herşey herşeyle ilişkilidir. Ying Yang ve Feng Shui felsefi öğretilerinde olduğu gibi. Karanlık ve ışık, iyilik ve kötülük birbiri içine gizlenmiştir, bağlılık ve bağımlılık tabiidir. Aynı şekilde adres verirken bu farklı düşünce yapısı yine ortaya çıkar: Çinliler önce eyalet, şehir, mahalle, cadde, kapı numarasını yazarken Batılılar bunun tam tersini yaparlar.  Benzer şekilde Çinliler öncelikle soy isimlerini yazarlar, Batılılar tam tersini. Çinliler tarih yazarken ay ve günden önce yılı yazarlar, Batılılar ise tam tersini. Kısaca, batılılar mikrodan makroya doğru düşünürken, doğulular makrodan mikroya (genelden özele) doğru düşünmektedirler. Bu yüzden batılı biriyse çalışırken  ona bir şey anlatmak isterseniz detaylardan bahsedin, doğulu biriyle çalışırken ise resmin bütününden, her bir noktanın birbiriyle nasıl bir ilişki içinde olduğundan bahsedin, ikna ve anlaşma ancak böyle mümkün olabilir.

doğulu düşünce tarzı kanaatimce gerçeği özüyle bilmeye daha yatkın (quantum düşüncesine mesela), bunun yanında analiz ve ayrıştırma da bilimsel düşüncenin en önemli elementlerinden birisi.

***

Coğrafyanın kaderimizi belirlediği bir başka etki alanı ise: ZAMAN ALGISI / Time Perspective. Bu konudaki ilham kaynağımız Stanford Üniversitesinde Emeritus Psikoloji Profesorü olan Philip Zimbardo‘dan geliyor. Zimbardo İtalya orjinli bir Amerikalı. Yayınları ve çalışmaları defalarca atıf ve ödül almış çok prestijli bir akademisyen-filozof. Benim burada konu etmek istediğim çalışması ZAMAN PARADOKSU isimli dahiyane çalışması. Aşağıda aynı konudaki iki kısa konuşmayı izleyebilirsiniz.

 

Kendi özel hayatımızdan Türkiye’nin kronik sorunlarına, Türkiyenin doğusuyla batısı, kuzeyiyle güneyi  arasındaki zaman algısı farklılığına, ve hatta Çözüm Süreci meselesine bile bu perspektiften bakabiliriz.

Bu yazının okuyan herkes için zihinlerde farklı düşünceleri çağrıştırdığını umuyorum. Aklınıza gelenleri veya yazıyla ilgili değerli yorumlarınızı paylaşırsanız sevinirim.

Işık doğudan yükselir..

Vesselam..

Mustafa Çakıroğlu

Bilim tarihi, Doktora öğrencisi. 

2015, İstanbul 

2014 in review

WordPress.com istatistik yardımcı maymunları bu blog için bir 2014 yıllık raporu hazırladılar.

İşte bir alıntı:

Sydney Opera House’daki konser salonu 2,700 kişiyi barındırır. Bu blog, 2014 içinde yaklaşık 36.000 kez görüntülendi. Eğer bu Sydney Opera House’da bir konser olsaydı, bu kadar insanın onu görmesi kapalı gişe yaklaşık 13 gösteri alacaktı.

Raporun tamamını görmek için buraya tıklayın.

‘Artistik Fikirler’ Konferansı

12 Mayıs Pazartesi günü Malatya İnönü Üniversitesindeyiz inşallah. 

Sanat, sosyal psikoloji, felsefe, teknoloji, İş hayatı, internet – yeni medya, üniversite ve gelecekten söz açıp kitaplar ve filimlerle bahsi kapatacağız.

Sakinler de kazanır diyeceğiz, hem ayrıca ‘kazanmak ne demek?’ gibi sorunsallara da değineceğiz. 

Belki şiir de okuruz.

Gelsin çaylar, gelsin dostlar..! 

—-
Mustafa Çakıroğlu

danışman – yazar

konferans

Bir Sınıf Atlama Vizyonu Olarak YALINLIK!

Eskiden sınıf atlamanın iki yolu vardır derdim.

1. eğitim 2. evlilik

artık buna bir üçüncüsünü de ekliyorum.

3. sadeleşmek

peki, basitlik / sadelik / yalınlık  nasıl anlaşılmalı?

Sadelik çoğu zaman minimalizmle bir tutulur.

Ama gerçek sadeliğe, karmaşayı ve fazlalıkları ortadan kaldırarak ulaşamazsınız.

Sadelik; doğru şeyleri, doğru yerde ve tam ihtiyaç duyulan anda sunmaktır.

Karmaşaya düzen getirmektir.

Ve her zaman, sadece “işe yarayan” bir şey yapmaktır.

Bir şeyi ilk elinize aldığınızda, yapmak istediğiniz şeyleri nasıl yapacağınızı zaten biliyorsanız,

işte sadelik buna denir.

iyi bir tasarımı görür görmez, kullanır kullanmaz fark edersiniz.

sadelik içindeki ayrıntılar, keyif yaratan küçük tatlı şeylerdir.

Bu etki bazen fark edilmez ama her zaman oradadır ve kalıcı bir deneyime katkıda bulunur.

Da Vinci’nin de ifade ettiği gibi Basitlik çok komplikedir.

“Simplicity is the ultimate sophistication”.

Sade olmak, karmaşık olmaktan çok daha zordur.

İşte bu yüzden bir çok marka ancak geliştikçe, vizyonu büyüdükçe sadeleşebiliyor.

Biraz zıplarsan üzerindeki ağları, ağırlıkları, karmaşayı görüverirsin.

Hadi zıpla! üzerindeki yükleri at ve sadeleş. 

 

s e v g i l e r

mustafaijaz

@cokbasit

işte dünyaya yön veren (pioneer) markalardan sadeleşme örnekleri

Görsel

starbucks logosunu neden değiştirdi? tıklayınız.

Görsel

Görsel

Görsel

Görsel

google’ın son hali

Görsel

Görsel

Görsel

Görsel

Zamansız Yaşamak

Zamansız Yaşamak

madem ki bütün ölümler zamansız
o halde zamansız yaşamak lazım.

dolu dizgin, delifişek gibi.

elinde ateş var da titrercesine,
yüzünde hüzün var da gülümsercesine

sabah havası gibi diri
gece uykusu gibi tatlı
ikindi çayı gibi sohbetli
muhabbetli yaşamak gerek bize

konuşurken kelimelerimiz ışıldamalı sevgilim
gülerken gözlerin güneşe dönmeli birden
aşk dedin mi kanın çekilmeli, dağlara yağmur yağmalı
denizlerde balıklar zıplamalı
kanımızda kabarcıklar

düşlerimiz de olmalı
dünyaya ait olmayan
düş dediğin zaten
dünyadan çıkmak için kurduğumuz alarmlardır
her saat çalışında ertelemeden
ezelden bekliyormuş gibi
hep özlüyormuşuz gibi
bir hırkayı akşamüstü sevgilimize uzatalım
zamansız yaşayalım
zamansız ölsek de sorun olmaz o zaman

her yaşam biraz ölümdür
yoksa yürekte pıtpıt
yoksa gözlerde kırpılma
saatler zamansız çalışıyor
tık tık
tık tık
boşver bakma saate,
bakma sokaklara
kızlara, o başıbozuk çılgınlıklara
zamansız yaşa çocuk
zamansız, süzgeçsiz, nefretsiz

hep aşk’a kur alarmlarını
ölmeyen sevinçler yıkasın yüzünü
orada, yaşam.
zamansız.

Felsefe Taşı Yerinde Ağırdır

islamic.philosophy9

Rasim Özdenören hocamızın 1 eylül tarihli köşesinde yazdığı ” YÖKten tuhaf bir karar “ başlıklı yazısının izinden giderek bir kaç hususa değinmek istiyorum. Yazıda şu görüşlere yer vermiş hocamız,

“YÖK Genel Kurulu’nun 15.08.2013 tarihinde ‘İlahiyat Fakültesi İsim ve Müfredat Programlarının Değiştirilmesi’ hususunda bazı kararlar aldığını öğrendik. Oy çokluğu ile alınan bu kararlara göre İslamî ilimlerle ilgili derslerin yanında şu derslerin okutulması da öngörülmektedir:

. Kelam ve İslam Mezhepleri,

. Tasavvuf,

. Mantık,

. İslam Felsefesi,

. Din Psikolojisi,

. Din Sosyolojisi,

. Din Felsefesi,

. Din Eğitimi,

. Dinler Tarihi

Temel Felsefe Tarihi ve Felsefeye Giriş dersini okumadan öğrenci Kelam dersine, Tasavvuf dersine, İslam Felsefesine, Din Psikolojisi, Din Sosyolojisi, Din Felsefesi derslerine nasıl vakıf olabilir?”

Felsefe tarihi ve Klasik felsefe eğitimi almadan yukarıda belirtilen bazı derslerin hakkıyla kavranılmasının mümkün olamayacağını, haddizatında ‘yalan-yanlış bir şekilde, kişiye zararlı olabilecek bir içerik ve üslupta’ olması ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Klasik felsefe eğitimi ve felsefe tarihi kişiyi ideolojik ve konjonktürel fanatiklikten kurtarıp ‘kavramlarla düşünme’ , ‘metodik düşünme’ gibi yargı ve sonuçlara varmada önemli yetkinliklerin kazanılmasını sağlar. Dünyaya ve insanının dünyadaki yerine dair algı ve inançlarımızı kuvvetlendirir, pekiştirir.  Ben şahsen, yakından uzaktan bir felsefe eğitimi almamış insanlarla herhangi bir kavram konu hakkında mülahaza etmeyi vakit kaybı olarak görürüm.

Felsefenin bu topraklarda ve islam coğrafyasında itibarsızlaştırılması Gazaliyle başlar. Ve bu süreç ortaçağ dünyasının parlak islam felsefesini, sanatını, bilimini de kesintiye uğratır. islam coğrafyasında, özellikle osmanlı’da da medreseden kaldırılan felsefe eğitimi sonrasındaki çöküşün, bilim ve sanattaki negatif kırılmanın nedenidir. Fatih Sultan Mehmet Han ile birlikte felsefe tekrar medreseye girmiştir. ve yeniden bir toparlanmanın olduğunu söyleyebilsek de hala bu topraklarda Gazalinin felsefe üzerindeki itibarsızlaştırıcı görüşleri hakimdir. Bunun çok temel bir nedeni ise, Gazali ve İbn-i Rüşd’ün girdiği tartışmada Gazalinin avami, İbni Rüş’dün ise akademik dilinden dolayı Gazalinin görüşlerinin geniş kitleler ve halk nezdinde daha fazla kabul görmüş ve yaygınlaşmış olmasıdır.

İlahiyatta felsefe eğitiminin olup olmaması tartışmasından önce, ilahiyat eğitiminin bir teoloji eğitimi olup olmadığına karar vermek lazım. Teoloji eğitimiyse felsefeye ve din feslefesine dair bütün dersler bu fakültelerde verilmelidir. hatta en az 2 yabancı dil eğitim şartı da getirilmelidir. İlahiyat fakülteleri eğer bir islami medrese modeliyse buna uygun klasik islam eğitimi yapılmalıdır, tasavvuf ve hadis kürsüleri güçlendirilmelidir.

Modern dünyayla yüzleşen, modern düşünceyle hesaplaşan bir din eğitimi vermek istiyorsak mutlaka felsefeye ve sanata yolumuzu düşürmek zorundayız.

Dünya felsefe günü dolayısıyla kaleme aldığım “felsefe ne işe yarar?” isimli yazımı sizlerle paylaşarak  yazıya son veriyorum.

sevgiler,

mustafa ijaz

@cokbasit 

———————

felsefeye giriş kitabı için önerim:

http://www.dogubati.com/kitaplar/felsefe/221-felsefeye-giriş-takiyettin-mengüşoğlu.html

Digital Okur-Yazarlık Travması

Görsel

( Uzun zamandır blog yazısı yazmadığım için sitem eden Lily, belki de bu yazının kendisine ilham olmuştur. :)

Voltaire’den Candide’i okuduğumda Finike’nin denize bakan bir tepesinde kurulmuş bir öğrenci evindeydim. Yaş 16. Kıştı ve soğuktu. Soba kullanmadığımız gibi soğuk suyla duş alıyor, günde 1 öğün yiyorduk. Sebze-meyve kasalarının üst üste konulmasıyla oluşturulmuş bir kütüphaneden dünya klasiklerini okuyordum. Candide’i hiç unutmam. Fıçıdan Hikayeler’i de. Yer Altından Notlar’ı  ve tabii ki de ‘İnsan Ne İle Yaşar?’ı da. Bunları zihnime kazıyan öncelikle biraz önce zikrettiğim şartlar. Her kitab hafızamda okunduğu yer, coğrafya, hava durumu, sosyal ve ekonomik koşullar,  mevsim, koku, sıcaklık vb. şeylerle birlikte aklımda kalıyor. Ne okuduğun kadar ‘nerede’ okuduğun da okuduğundan ‘ ne anlayacağını’ belirleyen bir şey oluyor böylece.

Facebook, Twitter, Amazon, Google gibi yeni teknolojiler ortadan kaybolmayacaği gibi gerileme de olmayacak ve hatta çok daha etkin çalışmaya başlayacaklar.

Gözlemim odur ki, dijital ortamlar düşünme, okuma ve anlama gibi insan için elzem olan vasıfları dönüştürüyor, değiştiriyor. Kötü yönde. ‘Bilgisayarda oyun oynamaktan kitap okumaya vakit bulamayan çocuk’ eleştirisi değil bu yazının konusu. Bilgisayarda oyun oynadığı için ‘soyut harflerle yazılmış tekdüze-sade bir metni’ okuyamaz hale gelen bir beyin evrimine dikkat çekmek istiyorum.

Rasyonel fikir üretme deneyiminden günümüz gençleri mahrum. Çünkü okumuyorlar. Okumak kişiye ne sağlar? Kısaca, sakin düşünme süreçleri sağlar. Bu süreçler sonunda kişi beyin kıvrımları arasında ‘stand’ durumundan under-stand durumuna geçer. Bugün insanlar google, facebook, twitter gibi sosyal ağlarda hız’a odaklı bir hiper-metin örgüsü içinde ‘gerçekliği ve hayatı’ kuşattıkları varsayımıyla yaşıyorlar. Aktif twitter kullanıcıları uzun metinleri okuyamıyorlar. 140 karekterlik kısa ani fikir(imsi) patlamalarla yazılan textler kişinin okuma ve düşünme reflekslerini de değiştiriyor. Değiştirdi. Köşe yazıları günden güne kısalıyor. Sık sık ara başlıklar atılıyor.

Dijital kuşak hızla dahil olup, hızla uzaklaşan bir kuşak. Sebebi hiper-metinler. Sürekli yenisi açılan sayfalar ve linklerle surf yaparken aslında okuma-anlama epistemolojisini değiştiriyor – kısırlaştırıyor.  Blog yazarlarının, twitter kullanıcılarının genel özelliği ani fikir patlamalarıyla yazılmış, bütünlüğü olmayan, dağınık, derinliksiz, sığ yazılar. Hızlı okuma isteği ve daha az okuyarak daha çok ‘malumat’ sahibi olmak isteği. Bu çocuk ve gençlerimizin( üniversiteliler dahil), neden ‘böyle’ niteliksiz olduklarını ve ‘niceliğe’ boğulduklarını özetlemektedir.

Dijital okumalar için yaptığım bu eleştiriye bir örnek olsun diye woody allen’den bir alıntı yapmak istiyorum;

“Ben hızlı okuma kursuna devam ettim ve Savaş ve Barış’ı yirmi dakikada okumayı başardım. Anladım ki kitap Rusya’yla ilgiliymiş.”

Hiper okuma, yani dijital okuma. Resimli, bol linkli, gerektiğinde videolu, aralarda google searchleri, twitter tweetleri, instagram photoları, status update’ler.. Artık bu tarz bir ‘okuma-anlama’ pratiği içindeyiz.  parça parça yerlerden kesik kesik okumaların oluşturduğu bir ‘bilgili olduğunu zannetme’ yanılsaması. Hikmetsiz  ve derinliksiz. Kadim medeniyetimizde ‘aramakla bulunmaz ama bulanlar ancak arayanlardır’ denilerek ‘arama’nın kendisi yüceltilmiştir. Aramak bir eğitim sürecinin bizzat kendisi olmuştur. Bugün kullanıcıların daha çok ‘tık’ladıları (like’ladıkları) sayfaları, arama motorlarında üst sıralarda görüyoruz. Algoritma böyle çalışıyor. Ve bizim aramalarımız sonucunda ilk sayfalarda çıkan sonuçların çoğu bu kısır döngüden oluşuyor. Ve gelinen noktada aranılan ve bulunan şeyler sürekli google aramaların ilk sayfalarına hapsedilerek diğer bilgiler ve veriler ‘öldürülüyor’.  Google bize sunduğu kolaylık (facility) hizmetleri ile bizleri aptallaştırmakla kalmıyor nasıl yaşayacağımızı, hangi bilgiye (sınırlı sayıda) ulaşabileceğimizi belirleyerek dijital manipulasyonlar yaratıyor.

Görsellik arttıkçe, hiper (zengin) metinler- dijital okumalar da okumanın merkezi haline geliyor. Peki bunun faydası ne? bizi daha bilge, daha vicdanlı, daha anlayışlı ve hikmetli insanlar yapıyor mu?

‘Soyut düşünce’ harflerin tipografisine yerleştirilen seslerde gelişir. Kendini böyle var edebilir ancak. Ve kişinin vicdan, empati ve anlayış gelişimi için de bu ‘soyut’ süreçler çok önemlidir.

Bugün bir çok hiper-metin okuyoruz ama vicdanımızı harekete geçirebilir muyuz?  Yunus Emre’nin deyişiyle  “Okumanın manası kişi Hakkı bilmektir”in hakkını verebiliyor muyuz?

Bilgiyi iman, etik ve aktiviteden ayrıştıramayız. Öyleyse ‘bilgiyi ve değeri’ kitlelerin – yığınların onayına bağlayan bu yeni epistemolojik dijital evrim sürecinde dikkatli olmamız temel düşünce ve uğraşlarımız arasında olmalıdır. ‘anlam çıkarmak, metin yazmak, düşünmek ve bir ‘yere varmak’ için ‘hiralarımız’ inzivalarımız olmalıdır.

Ancak Hira’sı olanlar ‘okuyabilir’.

Okuma bilmese de…

__________

PS. Konunun nörolojik ve nöropsikolojik yönlerinin de araştırılması dileğiyle..

 Vesselam..

Okuma için: http://britannia-spb.ru/downloads/Prensky-Digital-Natives-Digital-Immigrants-Part2.pdf

Metropolde Sürpriz

20130507_171141

Çocukken nohut yolma zamanını heyecanla beklerdim. Tarlada nohut yolunurken nohut ütmesi yapmak biz çocuklar için tarifsiz bir lezzetti. Cocuklugumun bu tadının istanbul Metropolunde, Fatih’te, İBB’nin orada yolda yürürken karşıma çıkması beni bugün çok şaşırttı. Nişanlım da bana 1 tl’lik taze nohut ismarladi. :)

Bunu da gördükten sonra pazarlamanın boyutlarınin geldiği nokta çok ilginç gerçekten, dedik.

Hayirlisi be gülüm :d

taze nohut hakkında ekşi yorumları için tıklayınız. 

Mutluluk

72163_537283386300144_1017587581_n

Cahit Zarifoğlu’nun eşi Berat Hanım’a yazdığı  bir mektup;

Berat’e

 Bana soruyorsun şu resimdekiler kim, diye.

Emin ol kim olduklarını çıkaramadım. Görünüşe bakılırsa mutlular. Fakat insanlara tavsiyem şudur ki, nasıl “zenginin parası, parasızın çenesini yorarsa”, başkalarının mutlu görünümü, insanı kendi mutlu olma imkanını, kabiliyetini görmekten alıkoymamalı. Filmler, resimler birer hayaldir. Başka insanların dış görünümleri de bizi aldatmasın. İnsan kendi mutlu olma imkanını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin, romanların içinde değil, kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir. Ve önemli olan yaşanılan “an”dır. Onu ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir. Yoksa deniz kenarında fotoğrafçılar tarafından düzenlenmiş bir mutluluk tablosu sahtedir ve bazı saf kimselerin duygularını istismar etmekten başka bir şey ifade etmez.

Acaba anlatabiliyor muyum?

Cahit

Basit Yaşa / Live Simple!

Öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz?( İsminiz, kaç yaşındasınız, mesleğiniz gibi )


 İsmim Mustafa İjaz. 29 yaşındayım. Arkes Kreatif Fikirler’de metin yazarı (copywriter) ve konsept tasarımcısı olarak çalışıyorum. Bununla birlikte Bilim Tarihinde master yapıyorum.

 – Simple Living felsefesini ilk nasıl öğrendiniz?


 Antalya’da bir yörük aile geleneğiyle büyüdüm ve bu da modern hayatta basit yaşama motivasyonumu besleyen şeylerden birisi oldu. Yörük, yürümekten gelir. Yörükler yürür çünkü. Yürümek için hafif olmalısınız. Çok fazla yük edinmeden, doğayla ve kendinizle barışık bir şekilde yaşamaktır yörüklük. Akdeniz Toroslarında dedemle geçirdiğim çocukluk günlerinde, doğada çok az şeyle nasıl bir yaşam kurulabileceğiyle ve bu kadar az imkanın ve eşyanın içinde ne kadar çok mutlu olduğumuzla ilgili hatıralar oldukça berrak zihnimde.

Basit yaşam benim için o zamanlar ne zorunluluk ne de bir seçimdi. Kendiliğinden, doğal gelişen, organik bir şeydi. Adeta içine doğmuştum. Sabah güneşin keskin ışığıyla uyanır, gece gökyüzünün büyülü yıldızlarını seyre dalar,  akşam erkenden yemeklerimizi yer, elektriklerin olmadığı dağ evinde odun ateşinde demlenmiş çayımızı içerken büyüklerin sohbetlerini dinler ve sonra erkenden uyurduk. Yaşam basit ve berraktı.

 Doğada olmak bize yalın olmayı öğretir. Özümüzle yetinme, farkına varma, bütün kaynakları israf etmeden kullanma, eşyaların gölgesinde değil de, kendi öz nefesinle kendin olmanın hafifliğine vararak özgürleşmeyi tattırır doğa. Güneşle ve Ay’la senkronize olmayı, yani gece ve gündüzle, ışık ve karanlıkla..Suyla, toprakla, ateşle, ağaçla, bitkiler ve hayvanlarla. Doğa sizin ışığınızı yansıtmanız için var. ve o ışık ‘basit yaşayarak’ ortaya çıkar.

Günümüzde insanların %75i şehirlerde yaşamakta. İnsanoğlu kendini küçücük daracık betonarme şehirlere gönüllü hapsettiği sürece basit yaşamayı öğrenmek çok zor. Çünkü büyük kentler insanı doğadan koparıp kendi dinamikleriyle varolmaya zorluyor. Bu dinamikler: ‘daha çok tükettiğin takdirde değerlisin ve mutlusun’ (öz-saygı eksikliği) , ‘ancak daha çoğuyla yaşayabilirsin’ ( açlık korkusu) gibi, ‘helmin mezid’  çılgınlığı türünden şeyler.

  ‘Metropol günahlarının sebebi doğadan kopuş’ demek geliyor içimden. Doğal yaşamdan uzak bir hayat ‘sorgulanmamış’ bir hayat demek çünkü.  Öylesine, -miş gibi bir hayat.

 -Kendi hayatınıza uygulamadan önce nasıl bir yaşam tarzı sürüyordunuz?

 Basit yaşamın ne kadar hakkını verebiliyorum tartışılır. Günümüzde şehirlerde gittikçe de zorlaşıyor bu. İhtiyacımız olmayan şeyler bize ihtiyaç gibi gösteriliyor ve insanlar aslında hiç ihtiyacı olmayan şeylere sahip olmak için amansız bir hırsın içine giriyorlar, borçlanıyorlar, adeta kendilerini kaybediyorlar. Bir an durup ‘gerçekten neye ihtiyacım var?’ sorusunu sormaya cesareti yitirmişiz. Yapay gıdalarla, yapay duygularla, yapay hayatlar yaşıyoruz.  Egolar tavan yapmış. Teşhirde zirveleri zorluyoruz. Böyle bir ortamda ‘Basit yaşam mı? Pardon, o da ne demek?!’ diyoruz yaşam tarzımızla. Basit yaşamak kısaca Ego’suz yaşamak demek aslında. Sosyal medya  basit yaşamayı zorlaştıran bir şey mesela. Sosyal medya çarkı ‘ego’ üzerinden dönen bir şey.

Üniversite eğitimim sırasında Erasmus programıyla Danimarka’ya gittim ve İskandinav kültüründen oldukça etkilendim. Bu deneyim kafamdaki simple living, ‘less is more’ felsefesini pekiştirmemi sağladı. Kopenhag’da insanlar ‘title’ı (prof.’lar dahil) kullanmıyor, içinde milletvekillerinin de olduğu çok geniş bir halk kitlesi (10 kişiden 9’u) bisiklet kullanıyor, binaların çoğunda tabela bile bulunmuyor. Marketler akşam altıda kapanır ve haftanın her günü açık olmaz. Hayatın her alanında bir sadelik, yalınlık ve dolayısıyla kolaylık görürsünüz. Daha çok gülen insan, daha az çalışma saatleri. Dünyadaki en mutlu şehirler sıralamasında Kopenhag’ın ilk sırada olmasının altında belki de bu ‘basit yaşam’ normları var.

 – Simple Living’ i uyguladıktan sonra hayatınızda değişen şeyler oldu mu?

 Kopenhag’ta hayatıma kazandırdığım üç alışkanlık: Gittiğim her yere sırt çantasıyla gitmek, öğlen yemeğimi (sandviç) evde hazırlayıp öyle dışarı çıkmak ve bisiklet kullanmak. Bunlar basit ama çok etkili yaşam pratikleri oldu hayatımda. Türkiye’ye döner dönmez ilk iş olarak kendime bisiklet aldım ve çok faydasını gördüm. Erzurum gibi karın kışın olduğu bir yerde üniversiteye bisikletle gidip geldim ve soğukta otobüs beklemekten kurtuldum. Ve istediğim yere kendi enerjimle gittim. :)

 Erzurum’da uzun süre et yedikten sonra et yemeyi bıraktım ve pesketaryan olmayı seçtim. Bu da bana dışarıda ne yiyeceğim konusunda müthiş bir kolaylık sağlıyor. Ne eti yiyeceğimi düşünmek yerine hiç yemiyorum. Asitli içeçekler içmiyor, hazır gıdalardan mümkün olduğu kadar uzak duruyorum. Doğru beslenmek de ‘basit yaşamın’ önemli konularından birisi. Zira, İnsan yediğidir (We are what we eat).

Basit yaşamak deyince aklımıza şunlar gelmeli diye düşünüyorum,

-Daha az karbon ayak izi

-Daha az su ayak izi (bu çok önemli gerçekten)

-Daha az tüketim, daha çok empati

-Daha az şikayet, daha çok şükür

-Daha çok zaman. Kendimiz, eşimiz ve çocuklarımız ve dostlarımız için. Okumak ve düşünmek için.

-Basit yaşam sayesinde, ruhsal, duygusal ve fiziksel yönden daha sağlıklı ve huzurlu oluruz çünkü evimiz, bedenimiz ve zihnimiz temiz, sade ve açıktır. Uyku saatlerimiz düzenlidir.

– Basit yaşamak bizi zengin eder. Çünkü ihtiyacımız olmayan şeylere para harcamayız:)

-Basitlik özgürlüktür, müstağniliktir.

Olduysa, yakın çevrenizde sizdeki değişikliği fark edenlerin tepkisi nasıldı?


 Geçenlerde  bir arkadaşım, peygamber efendimizin (s.a.s) “Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sâde yaşamak îmandandır; sâde hayat sürmek îmandandır.” (Ebû Dâvûd, Tereccül, 2) hadisiyle ilgili yapacağı bir sunum için yardım istedi.  Böyle bir konuda akla ilk gelen isimlerden olmak çok güzel bir duygu.

-Size göre avantaj ya da dezavantaj diyebileceğiniz noktaları var mı?


Elbette basit yaşamak hiç kolay değil. Yalınlık her zaman cesaret isteyen bir şey. Basit yaşam pratikleri hayatımızda adeta domino etkisi  yaratıyor. Başta zorlanılsa da sonrasında kapılar tek tek açılmaya başlıyor.

Basitlik düşüncesinin kullanımıyla ilgili bir örnek vermek. Bilimin dehası Einstein tüm hayatını fiziği tek formülle ifade etmek üzerine geçirdi. Enerjiyle kütle ve ışık hızı arasında kurduğu bağıntı tüm fiziğin özüdür bir bakıma. Büyük beyinlerin hayatına baktığımızda onlar da hep basitliği hedeflemişlerdir. Bilmek demek ‘basitleştirebilmek’ (simplify) demektir.

-Yakın çevrenize tavsiye ediyor musunuz?


Benim tavsiye etmeme gerek yok. Öncelikle Allah-u Zülcelal hazretleri zaten bizi basit yaşamaya davet ediyor: Çoklukla böbürlenmek sizi, kabirleri ziyarete kadar oyaladı. Bundan sakının.’  (Tekasür 1-2-3)

Bizler hasırda uyuyan  ve kalkınca hasırın izleri tenine geçen bir peygamberin ümmetiyiz çok şükür. Ve yine sahabe efendilerimizin (r.a. ecmain) hayatları bizi buna teşvik eden hatıralar, menkıbelerle dolu. Yine Bediüzzaman hazretlerinin bir sepete sığan hayatı bize çok şey anlatıyor olmalı.

 -Sizin gibi basit yaşamaya çalışan arkadaşlarınız ya da bir grubunuz var mı?


 Danışman Seçil Ece Yılmaz’la birlikte ‘Yalınlık Eğitimi’ veriyoruz. Türkiye’de de gün geçtikçe bu alandaki talep ve uygulamalarda bir artış olduğunu gözlemlemekteyiz. İnsanlar artık bu modern hayat karmaşasından çok yorgunlar ve daha basit yaşamak istiyorlar. Kurumsal şirketler ve bireyler de daha yalın süreçler, yönetimler, hizmetler istiyor ve bu konuya kafa yoruyorlar.

 -Basit yaşam da sizi en çok etkileyen şey ne? Olmazsa olmaz dediğiniz…


Basit yaşamak için olmazsa olmazım sanırım Su. Düzenli su içmek hem zihnen hem bedenen bizi daha sağlıklı kıldığını düşünüyorum.

Basit yaşamla ilgili etkilendiğim bir diğer şey ise, Hindistan’ı İngiliz sömürgesinden kurtaran Gandhi’nin fikir babası Henry David Thoreau’nun hayatıdır. Henry David Thoreau Walden gölü kenarında kulubesinde yazdığı ‘sivil itaatsizlik’ yazısıyla zulme uğrayan bütün insanlara ilham kaynağı olmuştur. (Bu arada, Henry’nin ‘Doğal Yaşam ve Başkaldırı’ kitabını da arzu edenler okuyabilirler.) 

-Son olarak basit yaşama dair dikkat çekmek istediğiniz ya da püf nokta dediğiniz alternatif  şeylerden bahsedebilirseniz sevinirim…

Bir püf noktası paylaşmak isterim. Uygulaması çok basit. Ne kadar çok eşyamızın olduğunun farkına varmak için tek yapmamız gereken şey; saymak. Eşyalarımızı saydıktan sonra ‘gerçekten ihtiyaç duyduklarım’ ve gereksizler diye sınıflandırmak. Diyelim ki saydık ve 2000 tane de eşyamız olduğunu gördük. Ivır zıvır. Bu sayıyı 1000’e indirebilir miyim diye kendimize meydan okumak. Kolay olmayacak ama bu süreç bize çok şey katacak ve rahatladığımızı, fazlalıklardan kurtulduğumuzu göreceğiz.

Bu konuda bir adım atmazsak Fight Club’dan yumruk yemeye hazır olmalıyız: Sahip olduğumuz şeyler, sonunda bize sahip oluyorlar.

Ps. Bu röportajın gerçekleşmesinde beni motive eden, öneri ve editleriyle katkıda bulunan nişanlım lily’e çok teşekkür ederim. iyi ki varsın. :) 

güneşten önce

 güneşten önce

basit yaşa..

uyudukça güzelleşsin yüzün..
uyandıkça gülsün yüzün..

acıkınca basit şeyler ye..
susayınca berrak ve soğuk sulardan su iç

güneşle uyan..
nefesini hisset her daim.
ve şükret rabbine

ellerin ne de güzel sevgilim
basit ve çok güzel.

sözlerin yalın
yaz meltemi gibi selamların, merhabaların, naber’lerin
seni hatırlamak bile tebessüm nedeni

her ‘an’ tekrarlanamaz güzellikte

öyle.
livesimple.

Fight Club ME

Bugün salt galata‘ya gittim. ist.’da keşfettikten (lily sağolsun) sonra en çok sevdiğim mekanlar listesine top5’den girdi. kütüphanenin kafeteryasındki kitaplıkta keşfettiğim eskizi sizinle paylaşmak istiyorum.

efsane film Fight Club’da denildiği gibi: sahip olduklarınız bir gün gelir size sahip olurlar. 

20130312_153539

basitlik ve aydınlanma

qc-main-simplicity_white

Köklere inmenin adı dinginliktir. Yani yaşama dönüş. Bu sonsuzluk demek. Sonsuzluğu bilmek ise aydınlanmaktır. Sonsuzluk bir bakış. Merhamet bakışı. İşte kutsallık kapısındayız böylece. Sonsuzluğun memelerinden emerek kutsallaşmak!

Yüceltmeler ve yergiler (ekstrem davranış – taraflılık) zihni bulandırır. Körleştirir.

Merhamet bir bakış açısıdır. Geniş.  Sonsuzdan bakanın gördüğü bir açı. Kutsal açı. İnsanların hor gördüğü yerlerde coşkuyla gece gündüz akan sular vardır, bilirsiniz. Büyük merhamet böyle bir şey. Sonsuzluğa daha yakın böylece. Melamî’ce bir yakınlık. Yalınlık. Hırslı bakışlarla bakan merhametli olamaz. O  bakışlar sadece görüneni görür. Gizliyi görmek için tutkularını kurban etmelisin. Basitlik en büyük gözdür. Aşırılıkları, gösterişi, kibri yok et ki bilgece derinleştir ruhunu.

Ruhlarımıza itina göstermeliyiz. Sükûnet faaliyetin efendisidir.

Bedenlerde faaliyet yorgunluğu! Tamahkârlık.. dünyaya gelirken ağlamaklı ve yumuşak bedenlidir insanoğlu. Ölürken ise kaskatı kesilmiş halde.. yumuşaklık ve acizlik yaşam belirtisidir. En yumuşak şeyler en sert olanları hep kuşatırlar. Hiçlik dopdolu bir yerde bile kendine bir yer bulur. Konuşmadan yol gösterenlerdir benim ermişlerim. Gerçek iyiler, iyilere iyi oldukları gibi, iyi olmayanlara da iyidirler. Hükmetmeden yönlendirirler, bunun adı gizli erdemdir. Eğri görünen, gerçekte en düz olandır.

Anlatırlar ki, evvel zamanda, padişah Mısır piramitlerinden perestişle bahsedildiğini duymuştur. Zamanın ünlü ve yetkin mimarı, mimar Sinan’ı yüzyıllardır yıkılmadan ayakta duran bu gizemli yapıyı çözmesi için Mısıra bir kafileyle birlikte gönderir. Kafilede aşçısından askerine, rehberinden hizmetçisine kadar çeşitli insanlar vardır. Aylarca yol gidildikten sonra bir tepeden mısır piramitleri görünür. Mimar Sinan durur, dikkatle biraz bakar ve

haydi dönüyoruz, der.

Kafile şaşkınlık içindedir.

Efendim, aylarca yol geldik, yanına varıp bakmayacak mısınız?

– Ben olayı çözdüm, der Mimar Sinan.

– Bu yapı zaten baştan  yıkık yapılmış. Bir bina yıkıldığında bu piramit şeklini alır. Yıkık olan bir şey elbet bir daha yıkılmaz, der ve geri dönerler.

Ünlü kılıç ustası Miyamato Musashi, Beş Çember adlı kitabının “ateş kitabı” bölümünde bulaştırmak diye bir savaş tekniğinden bahseder. “Bir çok şey bulaştırılabilir. Uyku hali, esneme gibi. Zaman da bulaştırılabilir. Düşman heyecan belirtileri gösterip acele davrandığında, hiç aldırma. Tümüyle dingin dur, düşman bir süre sonra  bundan etkilenecektir. Bu ruhu bulaştırdığını gördüğünde, Boşluk ruhuyla şiddetli bir saldırıya girişip onu yenebilirsin. Beden ve ruhunu gevşetip, düşmanın da gevşediği an, ondan önce davranıp güçle ve hızla saldırarak kazanabilirsin. Bu yola “birini sarhoş etmek” de denir. Düşmana bezgin, dikkatsiz ya da güçsüz bir ruh da bulaştırabilirsin. Bunu iyice incelemelisin.”

Basitlik, boşluk ruhuyla alemi alt etmektir vesselam.

Blogta 2012 En’leri

WordPress.com istatistik yardımcı maymunları bu blog için bir 2012 yıllık raporu hazırladılar.

İşte bir alıntı:

2012 Cannes Film Festivaline 4.329 film gönderildi. Bu blog, 2012 içinde yaklaşık 31.000 kez görüntülenmiş. Eğer her görüntülenen bir film olsaydı, bu blog 7 Film Festivaline ev sahipliği yapardı

Raporun tamamını görmek için buraya tıklayın.

Sosyal Medya: Dijital Züppelik

385411_10151029140460297_2001493221_n

Sosyal medyada varolmak bir ‘varoluş’ mücadelesi haline geldi. Ontolojik bir savaş adeta. paylaşmıyorsan (teşhir etmiyorsan) yoksun. takip edilmiyor, mention verilmiyor ve yorum yapılmıyorsan değerli değilsin. Ne uğruna burada olduğumuzu bile düşünmeden buradayız işte. Alayımız. Hepimiz burada. Canı sıkılıp giden yine dönüp dolaşıyor buraya geliyor. Dijital mezarlık. Dijital medrese. Dijital insanlık. Bana sorarsanız kısaca: dijital züppelik. evet evet, bir züppelik (snobluk) olduğu kesin. Buradaki herkes Züppe. Çünkü hepimiz şunu yapıyoruz: “Züppe, sizin küçük bir parçanızı alan ve kim olduğunuza dair bütün bir görüşe ulaşmak için kullanan kişidir. Bu züppeliktir.” Bu tanım yazar Alain de Botton ‘a ait.
Yorum yaparak, kuş taklidi yaparak (tweet atarak) insan olmaya çalışıyoruz. Sizce de bu züppelik değil mi?

dünyada şu an 3 sınıf var.

1. hyper-connected ve kendini bu şekilde elit zanneden züppeler

2. well-connected ve bu şekilde vasatı yakalamış olmanın huzuru (!) içinde olan orta sınıf

3. Umutsuzca connect olmayı bekleyen ve teknolojiye samirinin buzağısı gibi şaşırarak bakıp duran fakirler. Yani bir i-phone 5 leri bile olmayan zavallılar (!). Steve jobs’un adını duymamış cahiller. (!)

Bir şeyin altını çizmek istiyorum: Google aptallaştırır, sosyal medya vasata alıştırır, sosyal ağlar sizi kısır döngüye gömer..

2012 bitiyor.. sıradaki gelsin.. sıradaki züppelik yani..

Enerji ve Çevre Dilemması

Fiziğin (doğanın) en yaygın yasalarından biri de Newton’un 3. Yasası olan Etki = Tepki yasasıdır. Yani her etkiye karşılık eşit ve zıt bir tepki vardır. Doğaya ne verirsen onu sana geri verir.
Daha iyi bir hayat arayışına bakışımız ekolojiye ve enerjiye bakışımızı da belirliyor. İlerlemeyi finansal büyüme olarak tanımladığımızdan bu yana insanlık olarak büyük problemlerle karşı karşıyayız. Yine de problemler üzerinde değil çözümler üzerine eğilmeliyiz. Her zaman “daha fazlanın daha iyi” demek olmadığını anlamak zorundayız. Hepimizin güzel (mutlu ve sağlıklı) bir dünyaya dair hayali olmalı. Büyük değişimi göze almalı ve bunu hep birlikte başarmalıyız.

ENERJİ ve  ÇEVRE DİLEMMASI 
Tek bir şey değiştirerek her şeyi değiştirebileceğiniz en önemli alter Enerjidir. 2. Dünya savaşından sonra ulusların yeninden yapılanması sırasında hızla kurulan fabrikalar ve sanayi devrimi, yaşam tarzımızı, doğaya ve kendimize bakış açımızı köklü bir şekilde değiştirdi.
Şimdi dünyada her 6 altı kişiden 5’i şehirlerde yaşamakta. Şehirleşme büyük bir hızla artmakta. Şehir demek, Işık demek. Üretim ve tüketim demek. Yani enerji, yani elektrik. Bu enerjiyi de uzun yıllardır fosil yakıtlardan (kömür, doğalgaz) üretilen elektrikle sağlıyoruz. Bu ise karbon salınımından dolayı atmosferin koruyucu tabakasının delinmesine, küresel ısınmaya ve ekolojik belirsizliklere yol açmaktadır. Bunun dışında üretilen her ürünün karbon ayak izi (carbon foot-print) de karbon salınımını arttırmakta ve doğal denge newton’un 3. Yasası (Etki=Tepki) gereği bozulmaktadır. Bu yüzden alternatif enerji kaynakları olarak nükleer, rüzgar ve güneş enerjisi dünyanın en önemli gündem maddelerinden biri haline gelmiştir.
İlk olarak Nükleer enerjiye bakalım: maliyeti, güvenliği (silah olarak kullanılması, radyosyan sızıntıları vb) ve atıklarının dönüştürülememe sorunları olmakla birlikte bugün küresel olarak kurduğumuz yaşam tarzını devam ettirebilecek nitelikte ve büyüklükteki tek enerji kaynağıdır.
Temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarına baktığımızda ise , rüzgar sürekli esmemekte, rüzgar olsa bile rüzgar santrallerinin kurulması için çok büyük araziler gerekmektedir. Yine güneş enerjisinde de her gün güneşin verimliliğinin değişmesi, depolama, ve maliyet-zaman sorunları dünyanın ihtiyacı olan enerjiyi karşılayamaz niteliktedir.

Öyle görünüyor ki silbaştan dünya olarak yeniden bir yaşam tarzı üretmek zorundayız. Tarihte hep olduğu gibi şimdi de bu sosyal sorunlar karşısında Sanatçı ve Bilim İnsanları da bu büyük değişimin vizyoner ve öncüleri olacaklardır. Bu üzerimize düşen tarihi bir sorumluluktur.

bizi MUTLU edecek 5 şey
1. CONNECT 
İletişim kur. İnsanlarla ve hayatla bağlantılı ol.
2. BE ACTIVE
Hareket et. Yürü, koş, tebessüm et. Hareket et yoksa düşersin.
3. TAKE NOTICE
Etrafında, ülkende ve dünyada olan bitenlerle ilgilen. Düşün, çözüm üret, bir şey yap, farkında ol, dua et. Tavır al.
4. KEEP LEARNING
Öğrenmeyi ve keşfetmeyi sürdür. Ancak bu sayede mutluluğun ve yaşam sevincin sahici olur. Ancak bu sayede herkese ilham veren bir yaşam sürebilirsin.
5. GIVE
Ver. Cömert ve Fedakar ol. Paylaş. İnsanlar ve dünya için bir şeyler tasarla. Mutlu et, mutlu ol.

**
Hepimiz sevmek ve sevilmek isteriz değil mi?
O zaman kendin için istediğin şeyleri herkes için iste. Geniş yürekli, bilge, diğerkam, tatlı dilli, güleryüzlü, misafirperver, hatırşinas ol.

Son Söz: Ekolojinin ekonomisi ve Ekonominin ekolojisi iyice anlaşılmak ve insanileştirilmek zorundadır. Kritik eşiğe çoktan dayandık.

Mustafa Ijaz | Vizyoner 

twitter @cokbasit

Fethi Ağabey : Dostluk Üzerine

Fethi Ağabey kimdir?

Kalbimi oymuşlar, oymuşlar da şimallim

Hayâlini, resmini değil

Seni koymuşlar içine;

Onun içindir adınla atışı…

Fethi Gemuhluoğlu 

Fethi Gemuhluoğlu

Efendim,  Evveli, âhiri, zâhiri, bâtını selamlarım. El-Evvelü Allah, El-Âhirü Allah, Ez-Zâhirü Allah, El-Bâtınü Allah. Sâhib’i selâmlarım. Sâhib-i Hakîki’yi selâmlarım. Sağımı, solumu, önümü, ardımı selâmlarım. “Levlâke Sırrının Mazharı”nı selâmlarım. Vâlidesini, Hadîce Vâlidemi, Fâtıma Vâlidemi selâmlarım. Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn’i selâmlarım. Erkân-ı Erbaa’yı: Selmân’ı, Mikdâd’ı, Ammâr’ı, Ebu-Zerr’i selâmlarım. İmâmeyn’i Muhteremeyn’i selâmlarım. Tâife-i ecinnîyi selâmlarım, mü’minlerini ve müslimlerini. Ve sizi selâmlarım.

Peygamber-i Ekber bir hadîs-i nebevîlerinde buyuruyorlar ki, “Önce selâm, sonra kelâm”. Önce sizi selâmlıyorum. Yine Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki bir hadîs-i nebevilerinde, “Önce refîk, sonra tarîk”. Önce yolda yoldaş, sonra yol.

Dostluk üzerine konuşmak gibi, hiç mu’tâdım değil konuşmak. Elli üç yaşındayım. Kırk senedir söz orucu tutuyorum. En az yirmi senedir, yirmi beş senedir yazı orucu tutuyorum. Ne yazarım, ne çizerim. Zaten okur-yazar takımından da değilim. Ama bu sözleri size sanki bir vedâ gibi, sanki son sözlerim gibi… “Hâl sârîdir” buyurulmuştur. Maraz da sârîdir. Dilerim ve umarım ki, benim marazım sârî olmasın ve burada şevk sârî olsun, cezbe sârî olsun ve aşk sârî olsun.

Tabiî, ezelde aşk vardı. “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l-eflâk”de kâinâtın aşk için halk edildiği meydanda. Onu… Eşrefoğlu diyor ki:

Yoğ idi levh ü kalem, aşk var idi

Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr idi

Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr iken

Cebrâil ol arada ağyâr idi

Cebrâil, Cibrîl-i Emîn, Nâmûs-ı Ekber ol arada ağyâr idi, der. Demek ki, kâinât, eflâk aşk üzere, dostluk üzere halkedilmiştir.

Size bazı dostluk, remzî de olsa bazı dostluk hikâyeleri anlatmak isterim. Bu hikâyeler hakîkatın ta kendisidir. Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, O’na Şâh-ı Velâyet denir. Dost ol kişidir ki, Yâr-ı Gâr’dır. Kucağında, mübârek bir emânet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübârek emânet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebû-Bekr’i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır.

Her şey gönülde cereyan ediyor. Ve insanlar, biz zannediyoruz ki, hâl-i cimâ’dan doğuruyorlar. İnsanlar hâl-i cimâ’dan doğmuyorlar. İnsanları gönül döllüyor. Gönül çocukları onun için ayrı oluyor. Ve gönül çocuklarının çoğu onun için “yol evlâdı” oluyor, “bel evlâdı” olmuyor. Tasavvufta, yol oğlu olmak, bel oğlu olmaktan; yol evlâdı olmak, bel evlâdı olmaktan onun için mukaddemdir.

Benim, size, bir mübârek söz gibi arz edeceğim bir husus yok. Her şey söylenmiştir. Kur’ân-ı Mecîd’de söylenmiştir, Kelâm-ı Kadîm’de söylenmiştir. Peygamber-i Ekber Hadîs-i Şerîflerde söylemişlerdir; tefhîm edilmiştir, teklîmi Peygamber-i Ekber’dendir. Tefhîmi ilâhîdir, teklîmi de ilâhîdir; tefhîmi Rabb’dandır, teklîmi Peygamber-i Ekber’dendir, Levlâke Sırrının Mazharı’ndandır. Her şey söylenmiştir.

Türkiye’deki yanlışlık tenkid fikrinden başlıyor. Yanlışlık dost olmamak, fikre dost olmamak… İnsana dost olmak, fikre dost olmak, coğrafyaya dost olmak, tarihe dost olmak, kendi vücûduna dost olmak, komşuya dost olmak, gibi kademe kademe, ama entegre bir bütün içinde bütün dostluklar söylenmeye mecbûrdur. Bütün dostluklar söylenmelidir. Ama fikre dost olmak, İslâm’da tenkidi mümkün kılmıyor. Tenkid İslam’da yok. İslâm, Mübelliğ-i Hakîkî’ye imtisâlen -ki Mübelliğ-i Hakîkî Peygamberlerin Peygamberi, Peygamberlerin İmâmı olan, Levlâke Sırrının Mazharı olan Zât-ı Akdes’dir- tenkid yok; ama O’nun tebliği var. İslâm onun için tenkid üzere değildir; İslâm tebliğ üzeredir. Biz şimdiye kadar… Bizim son zamanlarda çektiğimiz, tenkid ile vakit geçirmiş olmamızdandır. Meseleyi bir disiplin üzere, meseleyi bir nizâm üzere ortaya koymuş olamamanın hicâbıdır bu. Meseleyi bu şekilde va’z etseydik… Tenkidle vakit geçireceğimiz yerde tebliğ vazifesini yüklenseydik, o zaman dünya, ki yaşama sevincini yitirmemek gerekir; “Dünya bir cenâbetin elinden bir cenâbetin eline geçen hamam tasıdır” dense bile, dünya yaşanmaya değer.  Ve Bedri Rahmi doğru söylüyor tabiî, tasavvufla hiç alâkası olmadığı halde bir şair hassasiyetiyle “Dünya, kiri ile pası ile sevmeye değer”. Batı adamınındır bunalım. Fikre dostluk, nasıl fikre dostluk tebliğ ile başlıyorsa…

Mü’min kişi, yerinmenin ve sevinmenin ötesindedir. Mü’min kişi yerinmez ve sevinmez, çünkü gerçekçidir. Sarîh, Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Mecîd, Kelâm-ı Hakîkî. Mü’min kişi zann üzere değildir. Zannın büyüğünden de küçüğünden de sakınmıştır. Hırs-ı mâl, hırs-ı câh üzere değildir. Tûl-i emel sahibi değildir. Hayâlperest değildir. Mâl ve mevkî hırsından âzâdedir. Zannın büyüğünden ve küçüğünden nefsini berî kılmıştır. Zaten nefsi yoktur. İzzet-i insânı ve izzet-i İslâm’ı vardır. Nefsin izzeti olmaz. İzzet-i insânı ve izzet-i İslâm’ı vardır. İzzet buna râci’dir.

(Yeni gelen arkadaşlarımı da selâmlarım. Peygamber-i Ekber, “Önce selâm, sonra kelam” buyuruyorlar, “Önce refîk, sonra tarîk” buyuruyorlar. Ben bu yeni gelen arkadaşlarımı da selâmlarım. Selâm veriyorlar bana, mukabele ederim. Daha mergubu ile, daha güzeli ile, daha izzetlisi ile de yine onların selâmlarına mukabele ederim.)

Fethi GemuhluoğluŞimdi, Batı adamınındır bunalım, diyorum. Doğu adamının, gerçek mü’min ve muvahhid kişinin bunalımı olmaz, diyorum. Ve bunu şiir yazan, hikâye yazan, roman yazan dostlarıma da her zaman bıkıp usanmadan söylüyorum. Ben hayatın cezbe ve şevk üzerine binâ edildiğine kailim. Hani ilk defa Kelime-i Şehâdet getiriyor gibi getirmedikçe, Kelime-i Şehâdet olmaz. İlk defa âşık oluyor gibidir, ilk defa yürek çarpmışa dönüyor gibidir. İlk defa şevk içindedir, vecd içindedir, istiğrâk halindedir ve aşk-ı ilâhîde müstağraktır. Onun için… biz müstağrâk adamlara pek tahammül edemiyoruz.

Bu makam-ı temkîn ayrı şey, makam-ı telvîn ayrı şeydir. Buradaki cezbe, buradaki istiğrâk, buradaki müstağrâk oluş makam-ı telvîn üzeredir. Yoksa, Peygamber-i Ekber her şeyi gördü, hiç birinde renkten renge girmedi; yalnız Makâm-ı Ahmediyyet’de idi, Makâm-ı Ahadiyyet’de idi; onun için, O temkîn sahibidir. Mûsâ, O da ulü’lazm peygamber, hem risâleti var hem nübüvveti var ama makam-ı telvînde olduğu için, bir yerde Peygamber-i Ekber’in, Peygamberlerin Peygamberi’nin, Peygamberlerin İmâmı’nın makamını hâiz olamadı.

Yani aşk diyorum. Yani… Bunalıma gelince, biraz önceki sözümü itmâm edeyim. Batı adamının bunalımı çok tabiîdir, muallâktadır. Doğu adamı yerinmez ve sevinmez, çünkü dünyada yerinilecek ve sevinilecek bir şey yoktur. Ve bizim hüznümüz Allah’adır. Biz durup dururken, kendi kendimize, kendi nefsânî oyunlarımız için, şehevâtımız için mahzun olmayız. Bizim olsa olsa… Peygamber-i Ekber müddet-i ömründe, Devr-i Saâdet’de gülmediler, hele ağız dolusu hiç gülmediler; gülümserlerdi.

Yine insanoğlu, Peygamber-i Ekber’e ittibâen ve inkıyâden Hakk’ın ayâli olan halka hizmet için mükelleftir. Peygamber-i Ekber geceleri Hakk’a âid idi, teheccüdle; gündüzleri tebliğ ile halka âid idi. Tebliğ gündüz ve gece duraksızdı, ayrı. Gece ile gündüz bu mânâda tefrîk edilmez; gece ile gündüz ancak birbirini itmâm eder, ancak birbirini tamamlar. Yalnız buradaki Hakk’a âidiyetle halka âidiyet, Hakk ve halk tefrîkini ortadan kaldırmak ve halka hizmette ibâdet neşvesi duymak gibi, yine burada da halka dostluk var.

Fikre dostluk, tebliğe dostluk… Düşmanlık yok. Tenkide düşmanlık mânâsına söylemiyorum. Hiçbir şeye düşmanlık söylemeyeceğim. Hiçbir şeye düşman olunmaz. Dostlukları, insanlar ayırırlar. Karşımızdakiler düşman olup olmamakta muhtârdırlar. Her sabah evinizden, Allah’a ev halkını, hâne halkını ısmarlayarak çıkınız. Onlar size “güle güle” deyip dememekte muhtârdırlar. Hâne halkına yaptığınızı, gayrı olmayan halka da yapınız. Yine, herkese, her zaman…

(Teşekkür ederim, bu yeni gelen arkadaşlarımı da selâmlarım. Yine “Önce selâm, sonra kelâm” derim; yine “Önce refîk, sonra tarîk” derim ve Allah’ın selâmı üzerlerine olsun derim; ve görüneni, görünmeyeni selâmlarım; ve evveli ve âhiri ve zâhiri ve bâtını ve Sâhib-i Hakîkî’yi selâmlarım; Ricâlü’l-Gayb’ı selâmlarım; ve selâmlarım, ve selâmlarım, ve selâmlarım. Sizi yeniden yormamak için bu selâmları mükerreren arzetmiyorum; mükerreren arzetmiyorum, mükerreren arzında fâide olduğu halde. Mükerreren arzı bize şevk ve cezbe vereceği halde, bizi müstağrâk kılacağı halde edeb ediyorum, hayâ ediyorum. Belki acaba bu selâmda da, bu coşkunlukta da nefs var mı, diye edeb ediyorum; ondan imtinâ etmek istiyorum, ondan hayâ ediyorum. Onun için burada birinci selâmımla iktifâ ediyorum. Son selâmı söyleyeceğiz “Nefesler pâyende ola” diye; o da bir nevi son selâm olacak.)

Tabiî, insan fikre dost olunca tarihe, coğrafyaya, ormana da dost olur, ağaca da dost olur. Orman Fakültesi talebelerinin önünde Yaşar Kemal yürüyor, görüyorsunuz. Ve Orman Fakültesi talebeleri yürüyorlar bu stepte, bu bozkır Anadolu’da. Peygamber-i Ekber bir hadîs-i nebevîlerinde fem-i saâdetlerinden buyuruyorlar, “Kıyâmet alâmetleri belirse, kıyâmet ân meselesi hâline gelse, elinizde bir ağaç fidanı varsa önce onu dikiniz ve sonra kıyâmete hazırlanınız.” Orman… Orman için, ormana destan düzmek için, ormana övgü için, ormanı kutsallaştırmak için, ağacı kutsallaştırmak için, ağaca orman fakültelerinin üstünde orman fakültelerinin estetiğini vermek için, orman fakültelerine cezbe vermek için, bu memleketin insanına yeni bir şevk, yeni bir koşu, yeni bir emânet, yeni bir bayrak koşusu vermek için bu hadîs-i nebevîden hareket etmek kâfidir.

Komşuya dost! Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki, “Bana komşu hakkından öylesine bahsedildi ki, komşunun komşudan mîrâs yiyeceğini zannettim”. Kurda kuşa dost! Görünene, görünmeyene dost! Her ân kendi raksı üzerine olan madde zannettiklerimize dost! Yani… “Beni Allah te’dîb etti, onun için edeb-i ilâhî ile müeddebim” diyor Peygamber-i Ekber. Bir hadîs-i kudsîlerinde de, “Allah’ın ahlâkı ile tahalluk ediniz” diyor. Allah’laşınız gibi bir şey. Sanki, Allah’laşınız, diyor.

Ömerü’l Halvetî Azîz, Türbedâr Ahmet Amiş Efendi Hazretlerine, “Ubûdiyyetiniz rubûbiyyetinizi, rubûbiyyetiniz ubûdiyyetinizi tecâvüz etmesin.” buyurmuşlar. Ulûhiyyet tarzında biliyordum, huzûr-ı ulyâlarınıza gelirken öğrendim ki, rubûbiyyetmiş. Çok fark var aralarında, ulûhiyyetle rubûbiyyet arasında çok fark var. İbrâhîm’in İsmâil’i durumunda olan bir mübârek zât, boynu ile “Evet, öyledir” diyor, İsmâil Hakkı Bey. İbrâhîm’in… “İbrâhîm, içimdeki putları devir” İbrâhîm’inin, “ibrâhimüyyü’l-meşreb olunuz.”, “Duânın iyisi Fâtiha-yı Şerîfe’den ibârettir.” denilen İbrâhim’in İsmâil’i öyle diyor; o da tasdîk ediyor. Öyle imiş.

Tabiî, orman dedik, komşu dedik… Ana toprak diyelim isterseniz, çünkü gök yağmurla, rahmet-i ilâhîyle ana toprağı döllüyor. Azîz olan ana toprak; döllenen ana toprak; gizleyen ana toprak, settarü’l-uyûb olan kendisinden aksi gibi, simgesi gibi ana toprak…

Burada bir husûsu arzedeyim. Bu büyük Osmanoğlu, bu efsanevî Osmanoğlu, bu İ’lâ-yi Kelimetullah üzere halkedilmiş olan Osmanoğlu… İ’lâ-yi Kelimetullah kendisine verilmiş olan Osmanoğlu, ve alınmamış olan Osmanoğlu… Verilmiş de alınmış değil; buna bilhâssa işâret ederim. Aklımızı başımıza devşirelim; bu emânet onlara verilmiş fakat alınmamıştır. Bunu gönlünüze nakşediniz. Gönlünüze menkuş hâle getiriniz. Bu emânet verilmiştir, alınmamıştır. Min tarafillah’dır. Min tarafillah kaldırılabilir. Min tarafillah kaldırıldığına dâir bir işâret yok. Bu Osmanoğlu’na çok ihânet edilmiş. Âl-i Osman yerine Âl-i Midhat kurmak istemişler. “Niye Âl-i Midhat olmasın” demiş. Âl-i Midhat olsun diyen, Rumelihisarı’ndan bir misyonun hem de bir Bektâşî Tekkesi toprağından, ama Türklerin girdiği yerden şehre girmesini istemiş; bayrağa haç koymuş. Bakınız kitaplara, bilhâssa son devrin ciddî kitaplarına bakınız. Büyük Reşid Paşa’dan, -beyefendiler ve hanımefendiler-, Büyük Reşid Paşa’dan Bülent Ecevit’e kadar gelen ihânet çizgisini iyi bilmezseniz tarihe de dost olamazsınız. Büyük Reşid Paşa’dan, Âl-i Midhat’ı yapmak isteyen Midhat Paşa’dan, Carbonari Cem’iyyetlerinin ilk nizâmnâmelerini tercüme eden Ziyâ Paşa’dan, oğlu Ali Ekrem Bey’i sünnet ettirirken Cennetmekân Abdülhamîd Han’dan, Hân-ı Mahlû’dan atiyye talebinde bulunan, hürriyet kahramanı zannedilen, hâlâ –mekteplerin, edebiyat fakültelerinin hocaları burada- edebiyat fakültelerinin resmî devlet şairi olan Nâmık Kemâl ve Fikret’i şimdi anlatmak isterim size. Fikret’ten Bülent Ecevit’e kadar olan zevâtı –zevat-ı kirâm demiyorum, onlar da küfür vazifelerini, nifâk vazifelerini yapmışlardır- bilmezseniz tarihe de dost olamazsınız. Ali Suâvi kendisine, yanına, koynuna verilen kadınla birlikte ajandır. Prens Sabahattin, Ermeni komitecileri ile Paris toplantıları yapan, prens olmayan ama bir prensesin çocuğu olan, yani eski Türk ahlâkına göre, töresine göre yabgu olan, ama kendisini prens olarak takdim eden Prens Sebahattin… Edmond Demolins’in, yani “science sociale”i [Fréderic Le Play’nin sosyoloji ekolünü] getirmek isteyen Prens Sebahattin’in de Katolik Kilisesi’nin ajanı olduğuna ait vesikalar vardır. Katolik Kilisesi’nden maaş almıştır. Eski Jön Türklerle bugünkü yeni Jön Türklerin arasında, ihânet bakımından çok büyük bir fark olduğunu zannetmiyorum. Tarihe dost olunamadığı için, tarihe dost olamadığımız için… Tarihe dost olacak kadar ciddî bir ilimle ilimlenmediğimiz için, talib olmadığımız için ilim ve irfana, tarihe de, tarih fikrine de dost değiliz.

Ağaca dost, komşuya dost, süflî olmayana dost…. Görüyorsunuz, tabîatde her şey yerli yerinde. Nasıl klasik medrese târifinde Allah “ezdâdı câmi” ise, insan da ezdâdı câmi’dir. İnsanda da süflî yoktur. İnsan bağırsaktan ibâret değildir. Bağırsak da insanda vardır. Ama insan gönülden ibârettir. “Elem neşrah leke sadrek” diyor, “Biz Sen’in Sadr’ını yarmadık mı, genişletmedik mi?” diyor, “Biz Sen’in Sadr’ını yarmadık mı, genişletmedik mi?” Sizin sadrınız ne zaman yarılacak, ne zaman genişleyecek?

Size, coğrafyaya da dost olmadığımız için, Anadolu Beylerbeyliğini de artık çok görüyorlar. Hânedân-ı Âl-i Osman’ın mülkünü, particilik yaparak 1912’den 1920’ye kadar bitirdiniz. Eskiden vâlî gönderdiğiniz yerlere şimdi sefîr-i kebîr gönderiyorsunuz. Son Bağdad vâlîlerinden biri, Süleyman Nazif Bey; Vâlâ Nureddin Bey’in babası son Beyrut vâlîlerinden Nureddin Bey. Bıraktığımız Beyrut’u görüyorsunuz. Bıraktığımız Lübnan’ı görüyorsunuz. Bıraktığımız Suriye’yi görüyorsunuz. Bıraktığımız Irak’ı görüyorsunuz. Bıraktığımız Suriye meydanda. “Fitnenin evveli Şam, âhiri Şam.” Görüyorsunuz. Sefîr gönderiyorsunuz, utanmıyorsunuz. Çünkü kendinize de dostluğunuz yok.

Uzuvlarımıza da dostluğumuz yok. Uzuvlarımıza dostluğumuz olsa… “Dost yüzünü göremezsem bu gözlerim nemdir benim” diyor. Biz dost yüzünü göremiyorsak gözlerimizin vazîfesi nedir? “Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi” diyor. “dilsizler haberini kulaksız dinleyesi” diyor; kulağımıza dost değiliz. Gönlümüze dost değiliz. Gönlümüz Beytullah değil. Kan deverân ettiren –ettiriyor mu ettirmiyor mu benimki, o da meçhul- bir uzuv. Biz uzuvlarımızın da hakkını vermiyoruz. Çünkü kendimize dost değiliz.

Kendisine dost olmayanlar, gayrıya dost olamazlar. Kendileri ile barışa varamayanlar, gayrı ile barışa varamazlar. Kaldı ki, savaş yoktur. Dünya, dostluk üzere halk edilmiştir. Makâm-ı Mahmûdiyyet, Makâm-ı Ahmediyyet ve hepsinin müncer olduğu Makâm-ı Ahadiyyet dostluk makamlarıdır. Derece derece dostluk makamlarıdır. Ve Levlâke Sırrının Mazharı’na mevdû’dur.

Tarihe dost değiliz. Coğrafyaya da dost değiliz. Coğrafyaya dost olmadığımızı göreceksiniz. Türkiye bir iç harbin eşiğindedir. Bir doğu-batı meselesi çıkabilir. Anadolu Beylerbeyliğini bile size çok görürler. Sonra, bu içinizdeki çocuklardan Batı Trakya’yı yahut Kırım’ı kurtarmalarını ve belki orada yaşamak imkânımız olup olmadığını araştırmak gibi bir gaflete düşeriz.

Fethi Gemuhluoğlu, Gerçek Olan Aşktırİnsanın uykuya sırt çevirmesi lâzım. Peygamber-i Ekber uyumazlardı. Eğer Türkiye’de insanlar, Türk insanı, Müslüman insan, Millet-i İslâmiyye’nin insanı, İslâm Milleti’nin insanı, yeniden bir “ba’sü ba’de’l-mevt” sırrını yaşamak istiyorsa, onu ihyâ etmek istiyorsa, yeniden bir ba’sü ba’de’l-mevt’e doğmak istiyorsa, uykuyu kaldırmalıdır. Uykuya düşman mı olalım? Hayır! Uykuya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, politikaya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, hırs-ı mâl ve hırs-ı câha dost olmayalım. Ben parayı sol elleri ile tutanların destanımsı, mucizemsi hikâyeleri ile büyümüş bir arkadaşınızım. “Feleğin kahpe başında paralansın parası”, “Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye” diyor büyük Hazret-i Neyzen. Kaddesallahu sırrâhul azîz, diyorum. Belki şaşıracaksınız bir şâribü’l-leyli ve’n-nehâr, bedmest bir zât-ı âliye öyle diyorum. Öyle demenin, bu şekilde kendisini tekrîm etmenin dahi gerçekte tekrîm mânâsının dışında kaldığına kailim; yetmiyor, bu tekrîm ve bu takdîs dahi yetmiyor.

Kusura bakmayın, ben, meslekinde konuşmak olan bir arkadaşınız değilim. Biraz önce, pek muhterem ve muazzez Süleyman Bey, “1948’de” dedi. Biraz sonra, “İlk geldiğiniz zaman”, Ergun Bey, “ilk geldiğiniz zaman, Almanya’dan döndüğünüz zaman 1964’de konuşmuştunuz” dedi. Beni müsâmaha ile karşılayın. Kelâmın hakkını veremiyor olabilirim. Kelâma saygısızlık etmekten, Hakk beni vikaye buyursun. Himâyet-i Azîzân’a ilticâ ederim. Burada bu itirâfımı da yapayım.

Mesleklere de dost olmak var. Büyük Osmanlı, kurduğu fütüvvet düzeninde, bazı meslekleri fütüvvet düzeninin içine almamış. Sayyâdları almamış, -avcıları-. Kassâbları almamış, -kasapları-. Her mahalleye bir kasap lâzımdır beyefendiler, o siz olmayın. Kan dökücü olmayın. Maktûl olun, katil olmayın. Mazlûm olun, zâlim olmayın. Size kassâb olmak, sayyâd olmak, dellâk ve dellâl olmak yakışmaz. Dellâkler, vücudumuzdaki kiri önümüze koyarlar, Allah’ın Settârü’l-Uyûb vasfını rencîde ederler. Dellâller, iki kişinin mâbeyninde bir kişiyi iltizâm etmek durumunda kalırlar. Dellâl olmayın, dellâk olmayın, kassâb olmayın, sayyâd-ı bî-insâf olmayın. Bazı mesleklerin de, mesleklere sülûk da… Onlara düşmanlık ilân edilmemiş, cem’iyyette onların da bir fonksiyonu var. Cem’iyyet, onları da bu edebin dışında olanlara bırakmış, yahut bunu bilmeyenlere bırakmış. Buradaki cehl, cehl dolayısıyla makâm-ı aftadır. Cehl bir nevi sebeb-i afdır. Seyr-i sülûkda, cehl, makâm-ı mâzeret sebebi değildir. Öyleyse bazı mesleklere sülûk edemezsiniz. Bazı meslekler de dost meslekler değildir.

Tarihe dost, kişinin kendi uzuvlarına dost, komşuya dost, coğrafyaya dost ve bazı mesleklere dost! Öyle ise, öyleyse âdeta her şey tanzîm edilmiş. Hani, çok açık tanzîm edilmiş. Ne güzel söylüyor onu, Melûl Hoca, kendi melâli içinde, kendi rıfkı içinde. Kendisine karşı rıfk üzere değildi de, gayrıya karşı, bu memleketin halkına karşı melâl üzere idi ve hakîkaten melûl Meriç’di. Ne güzel söylüyor:

“Her dâveti hep mağfiret, âsâniyyet,

Marûf-ı safa, münker-i nefsâniyet,

Tahkîk ile bi’n-netice öğrendim ki,

İslâmiyyetle birdir insâniyet.” 

Yine bunun şevkini de söylüyor:

“Her zerrede şevk-i sermediyyet görünür.

Mahz-ı ezelliyet ebediyyet görünür.

Dikkatle bakınca âlem-i hilkatte,

Mahbûbiyyet Muhammediyyet görünür.”

[Rıfkı Melûl Meriç]

“Dikkatle bakınca âlem-i hilkatte, Mahbûbiyyet Muhammediyyet görünür”…

Beyefendiler, günâhlarınız bile şevk içinde olsun eğer günâh işleyecekseniz. Şevki seçiniz. Aşkı seçiniz. Ben aşksız insanlar görüyorum; huzur içinde uyuyorlar, gidiyorlar, gülüyorlar, vitrinlere bakıyorlar; hâlâ büyük büyük pazarlıklar peşindeler, hâlâ büyük büyük ihâlelere giriyorlar. Türkiye’nin içinde bulunduğu felâketi idrâk etmiyorlar, huzur içindeler. Onun için onlara küsüm, onun için onlara kırgınım. Onun için, kırgınlıkta bir feyz buluyorum. Çünkü, -vâ’d-i ilâhîde hulf yok, Allah vâ’dinde sâdıkü’l-emîn olduğu için-, Allah diyor ki, “Gönlü kırık olanlarla beraberim”. Onun için gönlüm kırık. Onun için gönlümdeki kırıklığı hiçbir şey, hiçbir şevk, hiçbir neş’e bir mânâda tashîh etmiyor. Bir felâketin eşiğindesiniz. Felâket mukadderdir, lâyetegayyer gibidir. Ola ki, kurbiyyeti olan bir zât-ı akdes ilticâ ede. Yoksa muhakkakdır.

İnsan kendi kendisiyle dost olsa, insan kendi kendisine karşı saygılı olsa, sâcid ile mescûd secdede bir olur, hâl-i tevhîdde olur. İnsanın, biraz önce ubûdiyyet ve rubûbiyyet dengesi olarak söylediğimiz insanın, kendi kendisini gözden geçirmesinin, kendi içine bakmasının, kendi karanlığını kendi aydınlığı ile aydınlatmasının tek mihengi, tek ölçüsü, secdede sâcid ile mescûdun ayniyeti, tevhîdî hâlidir. Onun için Şâh-ı Velâyet, vücûdlarına saplanan okun secdede iken çıkarılmasını istediler.

Ben konuşmayı bilmediğim için, içimden geleni söylemeye çalışıyorum. Akıl kutsaldır beyler. Dîn-i mübîn, akıl sâhiplerine teklîf edilir. Dîn-i mübîn, şerîat-ı garâ, akıl sâhiblerinedir teklîf. Fakat akıl akılsızlara gereklidir. Aklı olanlar, aşkı seçsinler ve aklı terketsinler. Akla mâlik oldukları halde… Asıl saltanat, asıl saltanat-ı ilâhiyye mâlik olduğu şeyi terketmektedir. Allah, hiç şüphesiz, her verdiği nimeti, hamde vesîle olsun diye, nimetini üzerimizde görmek ister.

Size diyorum ki, tarihe dost… ama bir yerde diyeceğim ki, ölüme dost olunuz. Âhiret dünyada başladığına göre, dünya ve âhiret tefrîki bizim izâfî değerlerimiz olduğuna göre, biz dünya ve âhireti kendimiz tefrîk ettiğimize göre, hadd-i zâtında kendisi bir olduğuna göre, Bir’de bir olduğuna göre, ölüm ve yaşam diye iki ayrı şey olmadığına göre; o zaman, nasıl kendimize dost olmak mecbûriyyetinde isek, ölüme de dost olmak mecbûriyyetindeyiz. Çünkü ölüm, insana gözünün akının siyahına yakınlığından daha da yakındır. Peygamber-i Ekber, “Ölüm, insana, gözünün akının siyahına olan yakınlığından daha yakındır.” buyuruyorlar ve asıl daha güzeli, yine Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki, “Ölüm, mü’minin tuhfe-i cânıdır”. Sâhib’ine, Rabb’ına canını hediye etmesidir, tuhfedir.

Yaşama sevincini yitirmemek, amma hiçbir şeye yerinmemek ve sevinmemek mesleki İslâm’ındır. Bunalım, Batı insanınındır. Batı insanı zann ile melûftur. Batı insanı hayâlperesttir. Batı insanı tecessüs ile ma’lûldür. Ve Batı insanı vehimlidir. Doğu insanı yerinmez ve sevinmez, tekrar söylüyorum. Mecelle’de ne güzel, ne güzel bunlar anlatılmıştır, vehme itibâr yoktur. Mecelle, bunu fevkâlade güzel, kendi izzeti içinde, kendi Kelâmullah’a nisbeti içinde, Kur’ân-ı Mecîd’e nisbeti içinde vehme itibar olmadığını ve asıl tam ta’rîfiyle tevehhüme itibar olmadığını bildirmiştir. Yine, zaten hatâsı zâhir olan zanna da itibâr yoktur.

Fethi GemuhluoğluŞimdi bazı hukukî meseleler söylemek istemiyorum. Hangi Marksist diyebilir ki, toprakta mâlikiyyet yoktur? Ben size, yine Kelâm-ı Kadîm’e göre diyorum ki, toprakta mâlikiyyet olmaz. Toprağın, ancak topraktan müteneffi olanlar –ve müteneffi olmak için de ona hizmet edenler, hâdim olanlar, ancak ondan müteneffi olurlar. Ve buradaki sistem de çok âşikârdır. Bunların bir disiplin içinde îzâhı artık gerekmektedir. Vakit gelmiştir.

Burada vakit için de bir şey söyleyeyim. Vakte de dost olmak gerekir. Çünkü, beyefendiler, vakit de mahlûktur. Vakit de halkedilmiştir. Vaktin de bir eceli vardır. İnsanın eceli gibi, vaktin de bir eceli vardır. Ve vakit de mahlûktur. Şair doğru söylüyor, “vakit dar olsa gerek” diyor. Vakit dardır. İnsan ömrü kısadır. Bu Osmanlı’dan kalan halk, kendisini gözden geçirsin. Biz İ’lâ-yi Kelimetullah üzere Allah’ın vazifelendirdiği halkın devamı mıyız? Yine kendimizi gözden geçirelim, biz Hakk’ın ayâli olan halk mıyız? Biz Hakk’ın ayâli olan halk mıyız, kendimizi gözden geçirelim. Yine kendimizi gözden geçirelim, Ensâr’dan mıyız, Muhâcirîn’den miyiz? Hangi ahlâk ile, Allah’ın ahlâkı ile tahalluk etmiş miyiz? Kim karşımızda Muhâcirîn’dendir, kim Ashâb ahlâkı ile ahlâklanmıştır, kim Ensâr’dandır? Öyleyse oturup kendi kendimizi de… Başımızı ellerimizin arasına alarak, her türlü silâhı terk ederek, “Ben nefsimi katlettim, hem şehîdim hem gâzî” diyerek, cihâdın küçüğünden büyüğüne dönerek; “Ben nefsimi katlettim, hem şehîdim hem gâzî”yim diyebilerek, bunu demenin iffetini yaşayarak, bunu diyebilmenin temrînini icrâ ederek; kendimize karşı saygılı olarak; kendimize karşı çok halîm, selîm ve kerîm olmadan gayrıya karşı çok halîm, selîm ve kerîm olarak; gayrıya karşı rıfk ile, hilm ile; gayrıya asıl dost olarak, ama önce kendimize dost olarak; tarihimize, coğrafyamıza, ağacımıza, komşumuza, uzuvlarımıza, dişimize… Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki fem-i saâdetlerinden, “Diş fırçalamak farz olacaktı.” Eğer Peygamber-i Ekber’in Ümmet’inden ağzında dişi olmayanlar varsa, bir tanesi bile delikse, ağzı bomboşsa, onların Kelime-i Şehâdet getirmekten adeta utanmaları gerekir. Hayâ sâhibi olmaları gerekir. Dişimize bile saygıyı emrediyor, bütün uzuvlarımıza, sonra gönlümüze, sonra insanımıza, sonra vakte… Yani dostluk.

Sözümüzün başına dönüyorum, yani aşk. “Aşk gelicek cümle eksikler biter” dendiği doğrudur. İlmin kîl u kâl olduğu doğrudur. Çünkü gerçek olan aşktır. Doğru söylüyor Eşrefoğlu, gayet tabiî Hakk kelâmı ediyor, şiir yazmak gayreti içinde değil. Diyor ki, “Gökten belâ yağmur gibi yağsa / Başını ana tutmaktır adı aşk”. Tabiî, Yunus doğru söylüyor, “Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyerek. Tabiî, bunlar doğru. Tabiî, biz meczubu yanlış anlıyoruz. Biz istiğrâkı yanlış anlıyoruz. Biz aşkta müstağrâk olmayı yanlış kıymetlendiriyoruz.

Ve Peygamber-i Ekber yine söylüyorlar… Bir zaman, bir küçük çalışma yapıyordum. Okur-yazar olmamam buna mâni oldu. Bilemedim, emri bilemedim, kıymetini bilemedim, kendimi bilemedim, kendime saygısızlık ettim. Ama bu saygısızlık esnâsında Yunus’la meşgul oldum. Yunus’da kırka, elliye yakın beyit ve mısrâ yakaladım. İlm-i hadîsde ileride değilim, ama gördüm ki, Yunus’un çok sevilen mısrâları ve beyitleri hadîs tercümeleri. Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki, “Sevdiklerinize sevginizi izhâr ediniz.” Yunus diyor ki, “Sevdiğimi söylemezsem, sevmek derdi beni boğar.” Görüyorsunuz ki, hilkât muhabbet üzere ve aşk üzere halkedilmiş.

Benim size emânet sözüm yok. Dost ol kişidir ki… Şimdi emânetimi geri alıyorum. Bu kadar emânet diye konuştuktan sonra, şimdi kendimi geri alıyorum. Ben de size emânetim. Söz kalsın ve devam etsin. İbtidâ’da kelâm vardı tabiî. Biz, kelâmı selâm ile itmâm ettik. Selâmdan başladık, kelâmı tüketiyorum. Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, Şâh-ı Velâyet’tir. Dost ol kişidir ki, mağara arkadaşıdır, Yâr-ı Gâr’dır, Ebû Bekr’dir. Ve bütün delikleri tıkadıktan sonra, yılanın gelmesi muhtemel son deliği tabanı ile tıkar ve oradan O’nu yılan ısırır.

Bir vakittir… Bir vakittir diyerek size bu mânâda da bir şey söylemeyeyim. Yalnız yine dostluk için, hani “Susayınca çağıldak sesi” diyor, “Kara ekmeğimin akça mayası” diyor. Size bir dostluk şiiri okuyarak, bana hakkınızı helâl etmenizi taleb edeyim. Diyor ki:

Dost, dost diye deli derviş gezdiğim,

Bir ağladığım, bir güleyazdığım,

Adını dağa taşa kazıdığım

Benim bir tanem dost, gözümün nuru!

Tutmaz elim, topal ayağım uğru,

Amansız kara bahtımdan ötürü

Kan ter dolandığım yollar gölgesi.

Kara ekmeğimin akça mayası,

Susayınca çağıldak sular sesi,

Biraz sonra diyecek ki, “Gözyaşımı gözden gizli silenim”. “Susayınca çağıldak sular sesi”, “Kara ekmeğimin akça mayası.” Şiire dönüyorum:

Ay aydınlığım, gün ışığım, canım,

Bayramım, bolluğum, yemişim, yenim,

Gözyaşımı gözden gizli silenim!

Pek garipçe kaldım köyümde, ıssız,

Otsuz, ocaksız, akılsız, ayvazsız.

İki elin kanda olsa, durma, tez

Dağ başını duman almadan beri,

Eyüb sabrım, eyi düşlerim yoru,

Yet bu yana! Avarayım, yet, yürü!

[Ahmet Muhip Dranas]

Eyi düşlerimin yorumu, kara ekmeğimin akça mayası, susayınca çağıldak sular sesi… Dost budur. Hakk dost!

Şimdi, bir şey daha, bir emânet daha söyleyeyim. Hep cezbeden, aşktan bahsettim. Fakat size ehl-i aşk için de bir hadîs-i nebevî söyleyeceğim. Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki, “Ehl-i aşk ile meşveret eylemeyiniz.” Onlar ehl-i temkîn değillerdir. “Ehl-i aşk ile meşveret eylemeyiniz. Zira onların kalpleri muhterik, akılları maslûb olduğundan re’y-i tedbîrleri olmaz.”

Ve kelâm, ölüme dostluğa kadar kelâm burada tükeniyor. Kelâmı tükettim. Yine selâma dönmüş oldum. Ve size diyorum ki, gözü ışımış olun. Çünkü sabah oluyor. Şeb-i yeldâdan geçtik, küfür bitti. Küfür bir zatta kemâlini bulmuştu, bitti. Şimdi onun önünde duruyorlar, şimdi putperestliği onun önünde icrâ ediyorlar. Nifâk bir zatta idi, o da bitti. Riyâ devrini geçiyoruz beyler. Hiçbir tünel ebedî değildir; ebedî olursa adına tünel denmez. Hiçbir tünel ebedî değildir. Ve Yahya Kemal Bey yanlış söylüyor, “İmân bir şevk olan zamanlar geçti” diyor. Geçmemiştir. İmân bir şevk olan zaman tekrar gelmiştir. Ebedîdir. Her zaman öyledir. Her zaman imân bir şevktir. O zaman geçmemiştir. Onun vakt-i eceli… Hani, onun vakti henüz ecelsizdir; sonunda mukadderdir o. Son sözüm: “Nefesler pâyende ola. Demler, safâlar müzdâd ola. Kulûb-ı âşıkan küşâde ola…”

Bana hakkınızı helâl ediniz.

Fethi Gemuhluoğlu, Dostluk Üzerine, İstanbul Yayınları (2001), s. 9-26.

Academic Writing Lecture Notes

University of Copenhagen
University of Copenhagen (Photo credit: Wikipedia)

When I was studying in University of Copenhagen (2010-feb) enrolled to Academic Writing Class which aimed leads us to “Writing The Paper A to Z”. Here are the lecture notes thats why Im pleased to share with you who are interested in Academic Writing.  Hopefully, it works for you!

P.S : for more information please write to me without hesitating!

Mustafa Ijaz @cokbasit

ACADEMIC WRITING – LECTURE NOTES

University of  Copenhagen, Denmark – 2010

Deciding on a topic or title

Finding a relevant – interesting topic

Strategy for invention

Brain storming => mind mapping

1.     Find a subject or theme

2.     Define a problem area

3.     Define a spesific problem

4.     Formulate the problem

  • Ask yourself – write down yourself
  • Why I change it?
  • What do I think about this topic or theme?

A well-though thesis is the key to writing an effective paper

Print out a copy

Keep your thesis at the center of the paper

It will help you to write a well organised and focused paper

  • Where do i want to take it?
  • What do i know about my topic?
  • What do i not know?

o    Where/How do i find out more

o    What about  “newness” or “originality” of title or approach

Consult your professor

Hand in a draft

Arrange a meeting

Get the “OK”

Use e-mail!

§  After discussing the paper

§  Compose your work Schedule

§  Made it flooting

§  But keep it in view

Allow sufficient theme

Research

Reading

Writing

Revision

Completion

Research

  • Library loans
  • Field studies
  • Consultations
  • Etc

Queue

Check your Schedule

Worst case secenory à a new angle topic

Back to start and all over again

Electronic search

*the internet

* google search

*Wikipedia

How-where do they information from ask always

plagiarism !

Never use modifier like “it seems like” or it appears to be”

Literally ask a question and answer the question

This can be done both introduction or body?

Start with the section that appears most inspiring you

è  Follow your essay plan

è  Follow your Schedule

Set yourself a target for each day and stick to it. Even if you have to burn midnight oil.

GET THE “AHA MOMENT”

Think of it as writing a letter to a friend where your introduce your topic, theme, texts you have read and your respondes

Revision

Kill your darlings! Put yourself in the position of your reader

You have planned

You have written

Now its time to revise

General Advice for Revision

Time: Allow time fort he revision proces

HARD COPY: print out a hard copy and take a red pen fort he revision process

TRY READING ALOUD to  yourself get a SECOND READER both for content and prof-reading

MACRO REVISION

Is the paper coherent?

Look your thesis.

General structure paper

  • Do paraghraphs hang together
  • Are the arguments moving on in a logical and instructional?
  • What are strength of my paper?
  • What are the weakness?

Language, style tone!!!

Over use of

passive constructions

Long, complex sentences

Excessive use of academic jargon or terms.

STYLE AND TONE: Formality

İnviting yet formal without being dull

Objective and fairness in tone

You may be polemical is thesis appropriate to your topic or argument.

COHERENCE: The Flow Of Your Paper

§  Anchoring of sentences: backward as well as forward

§  Consistency in subjects

§  Use repetition to create unity in key issues or words at appropriate moments

§  Use transition markers wisely to announce turn in argument

               GENERAL STYLE

o    Do not tell us what you are going t oto all time!!!

o    Do it once – otherwise do it!

o    Avoid using qualifiers : i think, in my opinion, perhaps, could be, it’s possible, a likely situation might be

DEFINE YOUR TERMS

Avoid using first and second person: I, we, you, me, my etc.

İf possible avoid of these are

  • Use headings and make a table of contents for all papers

A book advice : Gibaldi, Joseph ; MLA

Handbook for writers of research papers

Sixth edition. New York, 2003

 More than telling what you see!

Academic papers must be analytical than just descriptive

§  Force you think

§  Be critical and independent

§  Analysis making questions – why, what, where, how

Subordinate your priorities

No evidence – No conclusion!

No description – No analysis!

Analysis is based on pros and cons

All points must be clearly stated and substained

*format

Write in clear and logical

Structure so the reader can follow you step by step!

(fish metaphore)

%80

%15

%5

Cover of "MLA Handbook for Writers of Res...
Cover via Amazon

 

FORMAT

§  Title

§  İntroduction

§  Body I: description and exposition

§  Body II: Analyzing and discussion

§  Conclusion

§  Notes

§  Works cited or bibliography

Separate methodology sewctions!

Have a table of contents ( always for longer papers more than 8 pages)

*your style must be inviting maybe provacative

Ø  İntroduction begins with more general topical information and conclude with your ideas

Ø  Give the reader the tools they need to get into your topic

Introduction

§  Open with a anectode

§  A quotation

§  In medias res

è  Does my introduction define terms improtant to my thesis statement?

è  Doe it place my thesis within the longer ongoing scholarly discussing!?

Body Description – Exposition

§  Main points and sub-points in a logically progressive arrangement a paragraph and topic sentences

Organization

§  Be strong in your style

§  You must explore one idea or topic of your thesis and offers evidence for it at a time.

§  Does it stand the test of “so what”?

§  Is it interesting?

Body –Analyse of discussion

§  Do i have sufficient evidence

§  Transitions must be clear

§  Anchor your paragraphs

§  Secure connection to the previous

§  Point and place the way fort he next point you wish to make

REMEMBER ALWAYS: TO DEVELOP THE MAIN IDEA FULLY IN A MANNER THE READER CAN FOLLOW!

Good Arguments à Objective

§  By being objective you become academic

Conclusions

§  Return to introduction, the circular strcuture and your thesis statement.

§  How have you managed to clarify what you promised to do?

§  But do not introduce any new ideas ( in conclusion) or issues that the reader will be puzzled by!

§  A conclusion does not always have to be conclusive!

§  İf you have struggling with conclusion, try to answer the question “so what”.

§  End off with an anoctode or a quotation that emphasises yur central point.

§  Style must be concincing, persuasive and precise

§  Do not introduce new idea sor issues ( again J)

§  Quotations: do not over use! When used thg must be easy to see “…” and acknowledge the source

Quotations:

Pros: can illustrate a point?

Cons: can end up as being name dropping?

References

§  Parenthetical (authors name and page : Spurgeon, 335)

§  Footnotes

§  End notes

§  Works cited (author or editor, title, year printed) or bibliography must be placed of the and of your paper. It is mandatory!

Beware of I, me, my! And plus : –;-; (); []; {}

They all maket he reader go full stop! Like hitting a wall!

Margins

Top: 1cm

Left: 2cm

Right:  3cm

Bottom:  4cm                                                         

Fonts: Times New Roman – 12 Points   , Arial, Baskerville old fare , Courier New, Garamond

Simple Life!

En iyi yaşam, basit yaşamdır.

Gerçek hayatta bunu nasıl başarabiliriz?

Bu kitap belki size fikir verebilir: Organized Simplicity. 

**

Hayatı basit yaşamak aslında onu derin yaşamaktır. Neden mi?

1. Basit, sade yaşam demek daha çok zaman demektir.

kendimiz , eşimiz ve çocuklarımız ve dostlarımız için. okumak için. düşünmek için.

2. Basit yaşamak demek, daha sağlıklı yaşamak demektir. Basit yaşayarak Ruhsal, duygusal ve fiziksel yönden daha sağlıklı ve huzurlu olabiliriz çünkü evimiz, bedenimiz ve zihnimiz temiz, sade ve açıktır. Uyku saatlerimiz düzenlidir. Pek çok sorunun kaynağının ve stresin yetersiz ve dengesiz uyumaktan ve beslenmekten ileri geldiğini bilmeyen hala var mı? sanmıyorum. Hepimizin sorunu bunlar.

Basit yaşamak bizi her anlamda sağlıklı kılacaktır.

3. Basit yaşamak bizi zengin eder. Çünkü ihtiyacımız olmayan şeylere para harcamayız:) Aldığımız şeylerin ne kadarı gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şeyler? aldıklarımız hayatı gerçekten kolaylaştırıyor mu yoksa hayatımızı işgal mi ediyor? stuff -addicted mı olduk?

Evlerimizde ve hayatımızda gereksiz şeylerden uzaklaşıp daha yalın ve sade yaşarsak bize kalan parayla daha çok sosyal deneyim yaşama imkanımız olur. Daha çok okuyabiliriz veya gezebiliriz. Daha mutlu oluruz. Hayatımız daha anlamlı olur.

**

Basit yaşamanın güzelliklerini ve kazandıracaklarını anlatmak hiç şüphesiz ‘bitmez’..

basitlik özgürlüktür. müstağniliktir. Basitlik, sevgidir. Yalın sevgi. Yalın öpücük, yalın gülücük.

hedef basitliktir.

daha çok okumak için: Less is more.

Simple is beautiful.

Basit yaşamak hayatımızı daha anlamlı kılar. ve hayatımızın anlamlı olması ‘crucial’dır!

öpüldünüz:)

Cüneyt Özdemir Mutluluğun Peşinde Ama Daha Abdesti Bilmiyor!

Türkiye’deki köşe yazarlığı mesleğini anlamak mümkün değil. Herkes her şeyi yazıyor, yazabiliyor maşallah!

Bu ne büyük özgüven, ne büyük birikim, vizyon değil mi?

Yavan, sığ, mış gibi yazıyorlar. Hakim olmadıkları konularda uzman gibi yazmakta üstlerine yok!

Eleştirilerime verebileceğim çok örnek var ama bir örnekle yetinmek istiyorum. (vakit kıymetli bir şey. )

Cüneyt Özdemir’in Venedik’te Mimari Mutluluğun Peşinde yazısındaki güya Müslümanların dertleriyle çok ilgililermiş,  camînin ve cemaatin sorunlarıyla çok dertlenirlemiş gibi ahkam kesen hallerine deli oluyorum.

Bunu geçelim, samimiyetsizlikleri, kitsch niteliğindeki dünya algıları, her şeyi vulgarize ederek yazabileceklerini zanneden ucuz gazetecilik numaralarından da tiksinmiş durumdayım. Daha ‘abdest’ kelimesini doğru dürüst yazamıyorsun bana Cami Mimarisinden ve Mimari sorunlardan konuşuyorsun!

Kelimeler de dilin, yani düşüncenin sütunları, kirişleri, pencereleridir. Ünlü varlık (ontoloji) Filozofu  Martin Heidegger’in de dediği gibi ‘dil varlığın meskenidir.’

Sevgili Cüneyt, yazınızın girişinde şöyle yazmışsınız ;

” Mimarlarımızın şahane bir dil estetiği var. En çetrefilli konuları bile eleştirirken kimseyi incitmemeyi başarabiliyorlar.”

Keşke siz de bu ‘dil estetiğine’ sahip olsanız ne güzel olurdu!

Cüneyt bey, önce  ‘abdest’ yazmasını ve dahi abdest almasını öğrenin, sonra Cami Mimarisiyle ilgili yazmaya hakkınız olur belki.

Madem buradan para kazanıyorsunuz, işinize saygı gösterin, sözlük açın, kitap okuyun, araştırıp öyle yazın.

**

‘Bir harfe neden takıldın’ diyeniniz varsa, onu da ayrıca başka bir yazı değil, ‘makale’ konusu yapabiliriz.

Vesselam.

şarkılar hep mehteran

ben senin içinden geçen niyeti öptüm

sabahı ilk biz gördük senle

güneşin doğuşunu ilk kez birlikte izledik

içimizdeki gurur bize yeter sevgilim

çöl gibi, deniz gibiyiz seninle

ne çıkar beni anlamasan

beni anlamadın, hiç bi şey eksilmedi hayattan

sabahlar hala çok güzel

özenti aşklar düşledin sen

korkuların bu yüzden

kalbinle yaşamayı öğreninceye değin

beni de sevemeyeceksin

korkutur seni serseriliğim

dünyadan hıncını alamamış gözlerim

yazdıklarım ve şarkılarım

korkaklar kafalarıyla yaşar, demiştim sana

şiir yok diyorlar artık öyle mi?

boşver dinleme onları

seni yalnız ben anlarım

yalnız benimle daha çok seversin sabahları

orta iki’den kalma öğlen uykuları ısmarlarım sana

şehre gelirsen beni ara

beni hep ara

temiz duygularla özgürleşiriz

bakışlarından uzaklar dökülür önümüze

bir çay içeriz, az konuşuruz

biz konuşunca her şey susar

biz gülünce çiçekler başka güzel kokar

mevsim bize hep bahar şarkılar hep mehteran

hüzünler de güzeldi dinlerdim eskiden çok

Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin 
Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç.

insan bir portakal ağacından düşerek de ölebilir

hadi başlayalım

zamanımız az

yaşamdan söz etmeyi boşver diyorum,

yaşayalım!

sen hala kafanla yaşıyorsun..

allah hesapsız rızık veren değil mi?

yarıgeceden sonra telefon ettin mi hiç?

Adı Güzel Kendi Güzel

Efendimiz (s.a.s) tanımayan kimi tanımış sayılır?

O’nu sevmeyenin sevgiden nasibi ne ola?

Efendimizi (s.a.s) daha iyi tanıyabilmek için bir kaç eseri sizlerle paylaşmak isterim.

[Buradaki eserler Prof.Dr.Yaşar Kandemir Hocamıza ait.]

1. Peygamberimizden 101 Hatıra

Güzel dinimizi Sevgili Peygamberimizden Sahabiler öğrendi. Öğrenmenin en güzel yolu sormaktı. Sahabe dediğimiz Peygamber dostları da öyle yaptı. Her biri sıkıntısını ona açtı ve derdine çözüm istedi.

Böylece, hayatımızın her safhasında bize ışık tutacak ilkeler ortaya çıktı. Bu ilkeleri bize ders veren peygamber hatıralarından 101 tanesi, güvenilir hadislerden derlendi.

Asr-ı Saadetten derlenen bu gonca güller, burcu burcu kokusuyla sizi alıp o kutlu çağa götürecek, dünyanın en bahtiyar insanlarıyla birlikte Paygamberin gül bahçesinde gezinmenizi sağlayacak.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=78766

2. Sahabeden 101 Hatıra

Sahabiler; Efendimizin talebesi, bizim de hocamızdır. Peygamber Efendimizi kendimize nasıl model alacağımızı ve güzel dinimizi nasıl yaşayacağımızı bize onlar öğrettiler. İyi müslüman olmak için Allah’ın Resulünü ve onun izinden giden ashab-ı kiramı örnek almak şarttır. Ashab-ı kiramı daha iyi tanımak ve örnek alabimek için, elinizdeki eserde, onların davranışlarıyla ilgili güvenilir hadislerden 101 hatıra derlenmştir. Biz, Allah’ın Resulü’nü ve onun izinde giden sahabe neslini kendimize model alıp onlar gibi yaşamaya gayret edeceğiz. Kıyamete kadar gelecek Müslümanlar öyle yapacaktır. İnşallah bu silsile böylece devam edip gidecek, her devirde güzel yaşayışıyla genç nesillere örnek şahsiyetler çıkacak, onların yaşama tarzı hayata bakışı, sonraki nesillere yön ve şekil verecektir.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=93610

3. Hayatımıza Peygamber Modeli 

Peygamberimizi örnek alabilmek için onu iyi tanımak gerekiyor. O nasıl yaşardı? Ailesinin içinde, dostlarının arasında neler yapar, nasıl konuşurdu? Bir çocukla veya bir yaşlıyla karşılaştığında, yahut bir yoksul gördüğünde nasıl davranırdı?Neye üzlür, neye sevinirdi? Onunla hayatlarını paylaşmış insanların bunlar gibi yüzlerce soruya cevap teşkil edecek anılarından oluşan bu kitapla, Peygamberimizi daha yakından tanıyacaksınız.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=82897

4. Peygamberimizin Sevdiği Müslüman 

İslamiyet nedir? Müslüman kimdir? Allah ve Resulü bizden nasıl bir insan olmamızı bekler?
Allah’ın ve Resulünün sevgisine bizi hangi davranışlar ulaştırır?
Bu soruların cevapları, ayetlerden ve sahih hadislerden derlendi ve hayatın bütün aşamalarını kuşatacak şekilde düzenlendi. Böylece, İslamiyet hakkında kapsamlı bir rehber kitap ortaya çıktı. Allah’ın kitabında tanımladığı, Peygamberimizin de söz ve davranışlarıyla ortaya koyduğu dört dörtlük Müslümanın formülünü, elinizdeki bu kitapta bulacaksınız. Ve bu kitap, hayatınız boyunca elinizden hiç düşmeyecek. Herhangi bir konuda, “Peygamberimin sevdiği Müslüman ne yapardı?” diye düşünecek olduğunuzda, sorunuzun cevabını bu kitapta bulacaksınız.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=84765

Konferans Feedback’leri

Üniversitelerde yaptığım “KPSS’ye Değil, Geleceğe Kafa Yor!” konferansları sonrasında hem sosyal medyadan hem de yazılı sayısız feedback alıyorum. Olumlu – olumsuz tüm yönleriyle bu feedbackleri çok değerli buluyorum. feedback isterken özellikle “eksik gördüğünüz şeyleri” yazmalarını istiyorum ki kendimi geliştirebileyim.

Konferanslarıma katılan tüm arkadaşlara  bir kez daha teşekkürler. Siz de konferanslarıma katılmış olanlardan biriyseniz, görüşlerinizi, eleştiri ve önerilerinizi yorum olarak yazarsanız  şimdiden çok teşekkür ederim. 

Görsel

Katılımcı Feedback’lerinden bazıları:

-“Hayat  ümitsizliklerle dolu. Bunu anlamdırmak istiyorsan ona heyecan kat. ” M. Kapucu

– “Afişteki resminizi değiştirin. Çünkü afişteki adam çok karizmatik. Konferans başlarken öğrenciler hayal kırıklığına uğramasın. Bu haliniz ise daha karizmatik :)” X

– “Üstadım daha önce niye gelmedin…” X

– ” Geldiğiniz için çok teşekkürler. Saygılarımı sunarım. Sizin gibi kişilerin daha çok kişilere ulaşmasını isterim.” X

– ” Konferansa yarım saat kala uyandım. Gelmekte çok kararsızdım. Pişman olmaktan ve vaktimin boşa geçmesinden korkuyordum. Bugün yaptığım en iyi şeyin buraya gelerek sizi dinlemek olduğunu düşünüyorum. Ders zorunluluğuyla blog kullanıyorum ama bu akşam gittiğimde kendim için blog açacağım. Teşekkürler. “

– ” Sunum oldukça keyifli ve eğiticiydi. şahsen yapmak istediğim bir kaç önemli nokta vardı ve hep korkularımla yüzleşmek istedim. bu konferans bana ilham verdi. yapacağım bunları. yalnız biraz uzadığı için sıkıcı oldu, biraz daha az ve öz olabilirdi. ” X

– ” Çok güzel, tam beklediğimiz gibi bir konferanstı ama biraz daha yavaş, hazmederek gitsek daha güzel olabilirdi. her cümleyi daha iyi kavramak isterdim çünkü hepsi çok değerliydi. “

“insanlara özgüven kazandıran bir konferanstı. zamanı iyi kullanmak adına daha da geliştirilebilir. her şey için teşekkürler. “

– ” Konferans çok etkiliydi ve birçok yapmak istediğim şeyleri gerçekleştirmek için büyük ilham verdi. eksik olarak pek bir yön bulamıyorum. nice böylesi güzel konferanslar vermeniz dileğiyle. teşekkürler.”

– ” Hayatı dolu yaşamamı sağladığınız için teşekkür ederim. “

– ” konferansın konu ve içerik bakımından çok faydalı olduğunu düşünüyorum. sadece bazı sunumları atladınız merak etmiş bulunmaktayım. onun dışında güzel ve eksik bulamadım. “

– ” içimde paramparça olan düşüncelerimi, gerçekleştirmek istediğim fikirlerimi masaya yatırmamı ve en önemlisi kendi sesime kulak vermemi sağladı. titreyip ben nerdeyim ve ne yapmak istiyorum dedim. gerçekten çok teşekkür ederim. bu konferans bana güven verdi ve yapmak istediğim ve yapmak istediğim şeylere başlamak için özgüven verdi. içimdeki bombayı yaktım sayenizde. / Geleceğin en iyi sosyologu N.K “

– ” çok bilgilendirici ve eğlenceli bir eğitimdi. zaman yönetimi konusunda biraz sıkın oldu. keşke 3-4 saat dinlyebilseydik. “

– ” biraz telaşlı :) “

– ” konferans çnce soğuk geldi bana fakat daha sonra konuşmalarınızla sıcak basmaya başladı :)) “

– ” program çok güzeldi. bugün arım saat önce öğrendim programınızın olduğunu. sadece 1 saat için gelmiştim ama çok hoşuma gitti ve sonuna kadar kaldım. çok teşekkürler..”

– ” Merhaba Mustafa Bey. bu eğitime son anda gelmeye karar verdim. Slogan ilgimi çekmişti. geldiğim için şu anda kendimi daha iyi hissettim. bilmediğim şeyleri öğrendim. ağzınıza yüreğinize sağlık. teşekkürlerr.”

– ” bence gerçekten yapılması gereken bir konferanstı. bana faydalı olduğuna inanıyorum. kalıcılık açısından konu anafikir etrafında ‘dalga’ şeklinde geliştirilseydi iyi olurdu. “

” gayet güzel ve samimi iç içe bir konferans, emin ol mustafa bu konferanstan çıkardığım çok şey var.. sen de geleceğin Dücane Cündioğlu’su ve daha fazlası olablirsin… ” -Betül

– ” Çok memnun kaldım. bir eksik bulamadım ama daha çok kişiye duyurulması gerektiğini düşünüyorum. çok faydalı olacak ve yaşamımda geriye dönüp baktığımda iyi  ki gittim diyeceğim. “

– ”  aynı duyguları paylaşanlar için güzel bir sunum. iletişime geçmek dileğiyle..”

– ” bugüne kadar yaptığım her şeyde dibe çöktüğüm anda bırakıyordum ama artık bırakmak yok. sizin eksiklerinizi ve yanlışlarınızı söylemek isterdim . ama yok :) ” Ayten B.D.

– ” biraz sadeleşma lazım sadece ” Ali K.

– ” dip noktada olduğumu düşündüğüm bir zamanda ve işimin iyisi olma yolunda bir ilham beklerken o ilhamımı almama vesile olan bir konferans oldu. her şey için çok teşekkür ediyorum ve başarılarınızın devamını diliyorum. “başka bir hayatta görüşmek dileğiyle”. Abdurrahman Ç.

– ” Çok eğlenceli ve eğitici bir konferans oldu benim için. çok teşekkür ederim. ve sizi yeniden burada görmeyi isterim. “

– ” sosyal medyanın sadece facebook’tan ibaret olmadığını hatırlatıp, beni uyandırdığınız için çok teşekkür ederim. “

– ” konferans gerçekten çok iyi ve etkileyiciydi. konulara hakimliğiniz ve analtış biçiminiz gayet düzgündü. fakat ufak bir önerim var, sunum sırasında tam konsantre olmuşken el çırpmanız dikkat dağıtıyor. bilgilerinize. teşekkür ederim. “

– ” hocam gerçekten çok teşekkürler. her şey çok güzeldi fakat dikkati biraz daha toplayabilirsek.. 2. bölümde duyduğumuz güzel şeylerden herkes faydalanır inşallah..”

– ”  konferans enerjik ve insanları heyecanlandırıyor. çok eğlendim. keşke daha fazla vaktimiz olsaydı da sizi dinleyebilseydik. umarım ileride tekrar yeni seminerlerde görüşürüz. “

– ” ileride daha profosyonel tarzda sunum yapacağınıza inanıyorum. güzel konferans için teşekürler.”

– ” akıcı ve verimli geçti. eksiklikleriniz olduğunu düşünmüyorum. “

– ”  konferansın bana çok şey kattığını düşünüyorum. şu an o çizdiğiniz grafiğin ‘dip’ kısmında olduğumu düşünüyorum. bu geçiş süresinde sizden de bir şeyler öğrendiğim için mutluyum. teşekkür ederim. All iz well:))” C.K.

– ” ilk duyuşumda etkilendim konferanstan. konferanstan alacağım en iyi verimi aldım. sizin de bu yolda başarılı olacağınızı düşünüyorum. sunumunuz biraz uzundu, biraz daha kısa ve öz olabilir.” M. Türkmen

– ” Biraz daha Lüks olabilirsiniz. bazı insanlar maddiyata da önem veriyorlar. “

– ”  gerçekten geldiğime değdi. ‘iyi ki gelmişim..’.. teşekkürler..”

– ” zevk aldım. mutlu oldum. hızlı konuşmalarınız çok oluyor. olumsuz eleştiri yapacak bir yer yok bence. çok güzeldi her şey. teşekkürler. “

– ” bu konferans benim hayatımın dönüm noktası oldu diyebilirim. nerede olduğumu ve ne yapacağım konusunda ilham verdi. konferans basit ama aynı zamanda derin mesajlarla dolu. konferanstan çok memnun kaldım.”

– ” tüm slaytları atlamadan anlatsanız daha iyi olurdu.”

– ” benim hedefim öğretim görevlisi olmak. olduğumda bugünü hatırlatacağım size. büyük emek verdiniz, belki farkında olmayarak. :) “

– ” afişi gördüğümde ilgimi çekti ama bu kadar etkili olacağını düşünmemiştim. tebrikler. bence türkiyenin bütün üniversitelerini gezmek gibi bir amacınız olmalı. bizi farklı hissettirdğiniz için teşekkürler. en çok hoşuma giden tarafınız kişisel gelişim saçmalıklarını sevmemeniz :)) ” yaşar

Görsel

Dünyanın En İyi Üniversite Dersleri: Online ve Ücretsiz

Günümüzde yurtdışındaki  iyi bir üniversiteden ders almak için yıllık  ortalama  $37,000 USD ödemeniz gerekiyor.

Dünyanın TopTen üniversitelerinin derslerini hiçbir ücret ödemeden, tamamen ücretsiz izleyebileceksiniz deseler 10 yıl önce bir rüyaydı bunlar.

Coursera.org  online ve ücretsiz dersler sunuyor.

190 ülkeden 680,000 öğrencisi var.  sitede 14 milton video var.  6 milyon da quizzler var.

Eğitim hızla dijitalleşmeye devam ediyor.

Daha önceki bir yazımda bu konuya değinmiştim:

Eğitimin Geleceği İki Kelime: Dijital ve Sanatsal 

***

dersler hangi üni.lerden yayınlanıyor derseniz, işte bu 16 üniden :

Şehri Arkanda Bırak!


7 Temmuz 2012 Akdağ Trekking & Tırmanış (3100 mt) Notları 

Yolun bittiği yerde başladı DOĞA. DAĞ.

ve Yolculuk da öyle.

kendi yolunu bulmak zorundasın artık, yada herhangi bir yola ihtiyacın yok artık.

Kabenin içinde kıbleden eser yoktur çünkü.

Doğa’nın bizi mest eden ( adeta nakavt!) ihtişamını bir kez daha yaşarken bir şey farkettim:

Doğa çok ihtişamlı, besleyici, devrimci çünkü, gözümüze, kulağımıza, burnumuza, ellerimize-ayaklarımıza, dilimize-damağımıza kendini sunuyor, cömertçe. bize dokunuyor. içimizden geçiyor, içinden geçiyoruz.

Doğa’ya çıktığımızda bütün duyularımız-alıcılarımız neredeyse full performance çalışıyor.

Sezgilere kapı aralanıyor.

kalbin dirilişine vesile olan Tefekkür için manevi rızıklar sunuyor doğa.

Kalp, katılığından kurtuluyor, nefes açılıyor, göz güzel ve doğa’l olanı görüyor.

Burun doğanın şifa veren enfes kokularıyla kalbi coşturuyor.

damağımıza bir damla pınar suyunun,

bir tane böğürtleğenin değivermesi eşsiz anlara, deneyimlere dönüşüveriyor.

Hz. Musa Tur Dağı’ndaki ateşin yanına vardığında Allah şöyle dedi: “Ayakkabılarını çıkar…”

Tefsir bana düşmez ama bir cüret edip bir şey diyeyim: “Şehri arkanda bırak… ”

Vesselam..

İlk Isırık

İnsan “yasak elma”yı yiyip dünyaya (deni’ye, yani alçak bir yere) düştüğünden bu yana şiddet görüyor, şiddet uyguluyor. Şiddet insanın ontik ve epistemik düzlemiyle adeta zorunlu olarak bitişik.

Nasıl ki özgürlük bilişsel bir tema, özünde bir “algı” problemiyse “şiddet” de öyle. Berkeley’e göre “varolmak algılanmaktır.” / “esse est percipi.”

Meşhur bir soru vardır: “Hiç kimsenin olmadığı bir ormanda bir ağaç devrilse ve bir ses çıksa, o ses gerçekten çıkmış sayılır mı?”

Bir algılayan yoksa, varoluş da yoktur. Varolanlar algıyanlarca manipule edilerek varlık sahasında görülürler. Bunlar renkler, maddeler, sevgi-aşk-nefret vb. hisleri, şiddet, doğa vs. her şey olabilir.

Şiddetin türleri, tanımı, tarihçesi, çözümü vesaire başka bir yazının konusu. Ben Şiddetin Önlenmesi’yle ilgili sempozyum ve Afiş Sergisi bağlamında Kognitif ve Korelasyonel, aynı zamanda fizik ve metafizik öğeler de içeren bir şiddete bakış denemesi ele almak istiyorum. Elbette burada görsel iletişim / visual communication ve göstergebilimin kavram ile anlam arasındaki ilişkiyi çözümleyici dilini de kullanacağım.

Günümüzdeki şiddet içeren suçları, rakamları, iletişim teknolojisinin gelişmesi ve şiddeti öğrenmenin kolaylaşmasından kaynaklanan şiddet artışını, vb vb.. şeyleri dilin sınırlı doğası içinde idrak terazisine koyup tartmaya çalışmak bize hiç bir şey kazandırmayacak. Quantum Fiziği ve Yüksek Metafizik Deneyimlerin bizlere yüzyıllardır söylediği bir gerçek var: “Herşey herşeyle ilgilidir.” Evrende herşey herşeyle bağlantılıdır, ilişiktir, bitişiktir. Atomaltı dünyalarda her partikül mesafeye bağlı olmaksızın diğer partiküllerle etkileşim halindedir. İmdi, insanın sınırlı anlama ve kavrama yetilerinin doğası gereği konuları kategorize ederek, belki biraz da karikatürize ederek ele alması zorunludur. Bunu zaten çok iyi yapıyoruz. Yapıyorsunuz. Peki nereye geldik? Nereye gidebiliriz. Çünkü konunun kendisi zaten konuşuldukça şiddetini arttıran bir kısırdöngü halini alıyor. Medya-İletişim teorisyeni Marshall McLuhan’ın deyişiyle “Medium is the message.” / “Araç mesajdır.” Bir anadolu bilgesinin deyimiyle “batıl şeyleri iyice tasvir etmek safi zihinleri idlal etmeye” hizmet ediyor. Aracın kendisinde içkin olan anlam aracın taşıdığı anlamdan çok daha önce geliyor. Bir başka deyişle, anlamı oluşturan yüklemden bağımsız olarak kullandığımız her kelime ontolojik anlamda varolageliyor.

Çift Yarık Deneyi bize göstermiştir ki, her türlü fenomen bir algılayan tarafından değiştirilmeye müsaittir. Vurgu yapılan şey kendiliğinden büyür. Görsel iletişim ve mesaj anlamında ele alınan her konu bu yüzden içinde psişik, cognitive  ve fizik bilimlerini içeren bir vizyonla ele alınmaya muhtaçtır. Aksi takdirde suyun yüzeyine çıkan baloncuklarla oynar dururuz ve o baloncukları çıkaran denizin altındaki hareketlenmeleri gözden kaçırmış oluruz.

Göstergelerin toplum içindeki yaşama etkilerini, insanın karar verme mekanizmasını nasıl değiştirdiğini açıkca ortaya koyan milyar dolarlık sosyal psikoloji ve klinik deneyleri yapılmaktadır. Bunlar arasından en zihin açıcı olanlarından biri de Martin Lindstrom’un Buy-ology kitabıdır.

İnsan komplex bir varlık. Şiddetin içinde sevgiyi, sevginin içinde şiddeti yaşayabiliyor. Duyguları karıştırabiliyor. Mobbing’ten mahalle baskısına kadar, çocukların oyuncaklarının şiddet kurgusuyla programlanmasından, ***nografi’nin çok hızlı bir şekilde yaygınlaşmasını ve bu bağlamda kendi doğasına olan hakimiyeti kaybetmesini, kendine ve topluma yabancılaşması sonucunda da kimlik krizlerini yaşayabiliyor.

Belki de bu yüzyılın en büyük krizi metafizik- spirutual krizdir. Yani kimlik ve anlam inşaasında zorlanmalar, zemin kaymaları, yüzleşmeler, süpriz tanışmalar, yerinden oynayan taşlar, bozulan ezberler. Yani metafiziğini yitiren insanın trajedisi. Teknolojinin insan doğasını, bilişsel ve anatomik, genetik doğasını değiştirmeye zorlaması, gıda üzerindeki spekulatif manipulasyonlar, yeni medya düzeni denilen sosyal ağlarla birlikte iletişimin ve görselliğin çılgınlaşması, arsızlaşması.. Sınırları zorlayan tüketim ihtiyacı, sınırları zorlayan üretim ihtirası..

Nasıl ki her şey özünde  bir algı meselesi, insanın da algılarını oluşturan şeylerden biri de zaman ve coğrafya. Bu konuda da yapılmış çalışmalara göz atmak faydalı olacaktır kanaatindeyim.

  1. ZAMAN: Google’a “Philip Zimbardo / Zaman Paradoxu “ yazarak ilk linkten Prof. Zimbardonun enfes konuşmasını izleyebilirsiniz.
  2. COĞRAFYA: Düşüncenin Coğrafyası / Richard Nisbett

***

Kırılganız ve doğamız sınırlı. Belki de bunu bir türlü kabullenemiyoruz ve tam aksine mükemmel ilahlar gibi davranıyoruz, ideal ütopyalar düşlüyoruz, inanıyoruz, inandırmaya çalışıyoruz. Olmuyor. Yine şiddetten kaçamıyoruz. En çok onu üretiyoruz. En çok ona karşıyız. En çok biz karşıyız. “En çok”larımız dahi şiddet içerikli. Yapay şehirlerde yapay yaşamları alternatifsizleştiriyoruz. İlmekleri kördüğüm atıyoruz. Şehirde tanrıyla karşılaşmak istemiyoruz. Herşey bir süre sonra ***nografikleşiyor. Tersine dönüşüyor. Extremize oluyor. Katharsisler bile yetmiyor “anlam” sahibi olmaya. Bir anlamımız olmuyor. Yüklemler devşiriyoruz tv’lerden, reklamlardan, avm’lerden, sahte bilimlerin sahte ışıklarında junk science’lara kanıyoruz, olmuyor, başa dönüyoruz. Felsefe diyoruz, sanat diyoruz, yüksek düşünce diyoruz, trajedimiz derinleşiyor. Kendimizle çelişiyoruz, çeliştikçe bir hikmete ram olabiliyoruz belki de.

Kötümserlik, Eğitim, Nezaket, Mimari, Dogmatik Bilgiler..

Bize öğretilenler neler?

“Şiddet” kelimesinin söylenişinde bile o zorlamayı,  zorlanmayı, rahatsızlığı algılayabiliyorsunuz. Şeddeli bir kelime şiddet! İnsan da unutkan bir varlık. Zayıf, kırılgan, ruhsal olduğu kadar maddi, cismani, teleolojik. Zahiri ve batını var. İhtiyaçları çeşitli. Arzuları var. Yaratılışında , doğasında var şiddet. Kalbinde var cezm, sevgisinde var şedde. Kalp atışları heyecanlı hep, soluk alıp vermekle kaim, değişmek ve değiştirmekle daim. Oluş ve bozuluşların içinde çaresiz. Değişimle müsemma. Her değişim bir şiddet. Zamana içkin insan. Onun tözüyle var. Bir yanılsama belki de. Şiddete meyyali bundan.

Tüm bunlarla size bir şeyler söylemiş oldum mu emin değilim. Bir sarmal çizdim. Bir paradigmalar ağı ördüm.

Müstehcen mesajlar, sanalın şiddetli yükselişi, kötülüğün şeffaflığı, kaos – kosmos denklemi, simulasyon ve ölüm, yazgı, kadın, estetik, semiyotik, varoluş, semantik..

Hala o yasak elmanın peşindeyiz.. tüm şiddet de hala o ilk ısırıktan türemek de, sevgi de öyle.. ilk ısırığın tadı var gözlerimizde.. ilk günahla şiddete meyyaliz…Yine de cennetten geldik, düştüysek oradan düştük… Cehennemi hiç bilmiyoruz… Hiç bilmiyoruz.

Bilmiyoruz, nedir insan?!

Mustafa Ijaz | Vizyoner

Not: Bu makale, Erzurum Emniyet Müdürlüğü, Atatürk Üniversitesi ve Erzurum Valiliği iş birliğinde TAIEX’ in katkılarıyla ‘Şiddetin Sosyal Dinamiklerinin Anlaşılması ve Önleyici Stratejilerin Geliştirilmesi Sempozyumu’ ve Orhan Ardahanlı’nın küratörlüğünü üstlendiği Afiş Sergisi bağlamında yazılmıştır. 

  

Sabırsız Kitap

Siz de  kitapları alıp bi kenara mı koyuyorsunuz.. sonra onlar sizin tarafınızdan günlerce, aylarca belki yıllarca okunmayı bekliyorlar.. artık değil!

Arjantinli bir yayınevi olan etarna cadencia, hava ve güneşle temasa geçtikten sonra iki ay içinde yok olan özel bir mürekkep üretti ve bu mürekkeple bir kitap yayınladı. Yani bu kitabı iki ay içinde okumanız gerekiyor aksi takdirde bütün yazılar silinmiş olacak .

Güzel bir deneysel çalışma olmuş..

Date A Girl Who Reads

Date a girl who reads. Date a girl who spends her money on books instead of clothes. She has problems with closet space because she has too many books. Date a girl who has a list of books she wants to read, who has had a library card since she was twelve.

Find a girl who reads. You’ll know that she does because she will always have an unread book in her bag.She’s the one lovingly looking over the shelves in the bookstore, the one who quietly cries out when she finds the book she wants. You see the weird chick sniffing the pages of an old book in a second hand book shop? That’s the reader. They can never resist smelling the pages, especially when they are yellow.

She’s the girl reading while waiting in that coffee shop down the street. If you take a peek at her mug, the non-dairy creamer is floating on top because she’s kind of engrossed already. Lost in a world of the author’s making. Sit down. She might give you a glare, as most girls who read do not like to be interrupted. Ask her if she likes the book.

Buy her another cup of coffee.

Let her know what you really think of Murakami. See if she got through the first chapter of Fellowship. Understand that if she says she understood James Joyce’s Ulysses she’s just saying that to sound intelligent. Ask her if she loves Alice or she would like to be Alice.

It’s easy to date a girl who reads. Give her books for her birthday, for Christmas and for anniversaries. Give her the gift of words, in poetry, in song. Give her Neruda, Pound, Sexton, Cummings. Let her know that you understand that words are love. Understand that she knows the difference between books and reality but by god, she’s going to try to make her life a little like her favorite book. It will never be your fault if she does.

She has to give it a shot somehow.

Lie to her. If she understands syntax, she will understand your need to lie. Behind words are other things: motivation, value, nuance, dialogue. It will not be the end of the world.

Fail her. Because a girl who reads knows that failure always leads up to the climax. Because girls who understand that all things will come to end. That you can always write a sequel. That you can begin again and again and still be the hero. That life is meant to have a villain or two.

Why be frightened of everything that you are not? Girls who read understand that people, like characters, develop. Except in the Twilightseries.

If you find a girl who reads, keep her close. When you find her up at 2 AM clutching a book to her chest and weeping, make her a cup of tea and hold her. You may lose her for a couple of hours but she will always come back to you. She’ll talk as if the characters in the book are real, because for a while, they always are.

You will propose on a hot air balloon. Or during a rock concert. Or very casually next time she’s sick. Over Skype.

You will smile so hard you will wonder why your heart hasn’t burst and bled out all over your chest yet. You will write the story of your lives, have kids with strange names and even stranger tastes. She will introduce your children to the Cat in the Hat and Aslan, maybe in the same day. You will walk the winters of your old age together and she will recite Keats under her breath while you shake the snow off your boots.

Date a girl who reads because you deserve it. You deserve a girl who can give you the most colorful life imaginable. If you can only give her monotony, and stale hours and half-baked proposals, then you’re better off alone. If you want the world and the worlds beyond it, date a girl who reads.

Or better yet, date a girl who writes.

 by Rosemarie Urquico