Rezalet Çıkarasım Var!

evet, rezalet çıkarasım var, sizin yok mu yoksa! 

**

sert bir kış oldu.

Erzurumda okurken sıkça duyduğum bir halk deyişi vardı; “bahara çıkan itin kışın yediği soğuğu bir allah bilir bir de kendisi.” Geçenlerde Mehmet’le de konuşurken şöyle dedi ” kış diye bi şey  varmış, gerçekten” :)

**

Bugün Ankara’da güzel, güneşli bir hava vardı. Dağlara, doğaya gidemedik madem parka çıkalım dedik. Geleneksel bahar koşularına da başlamış oldum böylece. koşu sonrası parkın içindeki büyük havuzun kenarına uzandımm. kulaklarımda Zaz nağmaleri.  güneşin sıcaklığı, havuzun güzelliği, müziğin ritmiyle kalıverdim orada.. sonra insanları gözlemledim..  sonra düşündüm..

iyi beslenmiyoruz. asitli içcekler, bol kalorili, yağlı yiyecekler, sanal besinlerle yaşıyoruz adeta.. “gerçek gıda”yı unutttuk. bol su içmiyoruz. içtiğimiz sular da iyi değil zaten. doğayı terk ettik. ben kırmızı ve beyaz eti bıraktım. sadece balık. çok sevdiğim cola’yı bırakalı bir yıldan fazla oluyor. 3 yıl yoğun bir içme döneminden sonra sigarayı da birden bıraktım.  “birden”. sevdim mi dibine kadar, sevmedim mi “birden” bırakırım. şimdi ve burada. 3 yıldır kendimi daha sağlıklı ve hafif hissediyorum. ingilizcede güzel bir deyim var, “we are what we eat”, yani “insan yediğidir”. bu kadim bir bilgelik aslında. islam dininde de, “ilmin başı helal lokmadır” denir. helal lokmaya, helal rızka azami derecede önem verilir, helal yemeyenin namazının bile kabul olunmayacağı söylenir. sadece manevi olarak değil, maddi olarak da helal ve  temiz gıda çok önemli gerçekten. ben buna “gerçek gıda” diyorum. gerçek insanlar, gerçek yemek yerler. gerçek bir insan demişken aklıma Waldo Emerson’un bir sözü geldi, üstat şöyle diyor: kim ki gerçek bir insandır, bir NonConformist olmalıdır. belki de tüm bu kötü yaşam alışkanlıklarımızın temelinde conformist hayatlar vardır. konformizm, konfor düşkünlüğü.. bu o kadar yaygın ki, düşlerimiz bile başkalarının düşleri.. kendimiz için düşlemiyor, yaşamıyor, hissetmiyoruz.. konfor sadece mobilya, otomobil değildir, kendini “gerçekleştirecek” şekilde hayallerin yoksa, düşlerinin peşinden gitmiyor, istediin hayat için mücadele etmiyorsan, inandıklarını yaşayamıyorsan, sürükleniyorsun demektir, konformistsin demektir. neredeyse insanın kendinden vazgeçme hali.

**

yine geçen Mehmet’le çay içelim dedik.. -nerde içelim? dedim, -farketmez, naısl olsa her yerde kötü! dedi. güldük ama gerçek bu. koskoca şehirde, şehirlerimizde doğru dürüst, güzel çay demlenmiyor.. fiyata gelince çatır çatır, 2, 3, 5 tl almasını biliyorlar ama.   sonra da sen gel, starbucks’ta kahve içme. sen kendi en temel içme kültürün olan çay’ı böyle yerlere düşürürsen elin starbucks’ı çatır çatır kahve satar, üstelik çayı da senden iyi yapar. fiyatı da 2.75 tl. buyur burdan yak.

**

okumuyoruz. izliyoruz, dinliyoruz, ama okumuyoruz. 5 dk’lık videolara bile sabrımız kalmadı. her şey bir anda olsun bitsin, anlayalım, gülelim, eğlelenelim istiyoruz. gerçekçi, samimi değiliz. belki de en başta, ne istediğimizi, nasıl bir insan olup nasıl bir hayat yaşamak istediğimiz konusunda net değiliz. süürkleniyoruz. çer, çöp gibi. popülist ve konformistiz. yaşadığımız hayat bir tekme atacak, inandığımız şeyleri yaşayamadığımız için rezalet çıkaracak gücümüz kalmamış. üni.lerde, konferanslarımda, kantinlerde, kafelerde gençleri gözlemliyorum.. safi hava, civalar.. 30-40 yaş arası da müthiş bir kimlik krizinde bana sorarsanız. evliliklerimiz iyi değil. kız arkadaş, erkek arkadaş nedir?  bir ilişki neye yarar? bir ilişki aslında ne değildir? ne olmalıdır? düşünmeden hoopp atlıyoruz.. çabuk seviyor, çabuk bıkıyor, çabuk ayrılıyoruz.. aslında aradığımız şey “kendimiz”. facebook’ta “ilişkisi var” seçeneği var ya hani, oraya bir gün şöyle yazıcam, “kendisiyle ilişkisi var”. kendisine dost olamayan başka birine dost olması düşünülemez. kaldı ki evlilik, vs.. yalın ayak kalırsın yollarda.. gecelerin gündüz, gündüzlerin gece olur. önce kendin ol. kendinle ol. kendini adam et. kendinle dertlen. kendinle uğraş. kendinle mutlu olmayı öğren. sonra başkalarıyla da mutlu olabilir, mutluluk verebilirsin.

**

şehirlerimiz derme çatma, köylerimiz terk edilmiş.. hala “gelişmekte olan bir ülkeyiz”.. konuşmayı ve dinlemeyi öğrendiğim günden beri duyuyorum bu lafı “gelişmekte olan bir ülke, Türkiye”. artık gelişmeyelim, gelişmiş, aklı selim bir ülke olalım olmaz mı? dizilerimiz, gazetelerimiz, ulaşım sistemlerimiz, evlerimiz, eğitim sistemimiz, öğretmenlerimiz, birbirimizle iletişimimiz SAÇMASAPAN olmasın! olur mu?!

“kişisel gerileme” yazımda şöyle demiştim, “akıl ve ruh sağlığımı korumak için bir çok şeyi küçümsemem gerekiyor”. haydi küçümsemeyelim, bir şey yapalım.. dua edelim, spor yapalım, birbirimize selam verip, yolda, otobüste, metroda, kuyrukta tebessüm edelim, günaydın, iyi akşamlar diyelim. nezaket ne büyük güçtür allahım. çocuklarımızı güzle yetiştirelim. güzel sevgili olalım, sevgilerimiz, sevgililerimiz güzel olsun. mış gibi değil, gerçekten yaşayalım.

yediğin yemeği hisset, nefesini fark et, pencereyi aç, deirn nefes al, gece kalk abdest al, namazlarını kıl, yalan söyleme, sözlerini tut, dua et, elinden geleni yap, analiz, yap, gerçekçi ol ama iyimserliği ve ümidi asla terk etme. iham ver, coşkulu ol, arkadaşların seni gördüklerinde sevinsinler, insanlar seni gördüklerinde iyiliği ve güzelliği, samimiyeti hatırlasınlar.

cömert ol, rabbinin hazineleri geniştir, onun lütfundan iste..  kerem sahibi ol..

**

yıllar önce dillerime dolanan şeyh Gavs-ul Azam Abdulkadir-i Geylani  (k.s) hazretlerinin sözleriyle bitirmek istiyorum;

 ‘müridi him ve tıb veştah ve ganni ve if’al mateşafel ism-i alî’

 “müridim hoş ol, aşka düş, aşkın sözlerini söyle, şarkısını çağır, dilediğini yap, benim adım yücedir.”

**

sev, sevgiye layık ol, sevgili ol.

mustafa ijaz, 

mart-2012 ankara